11 Nisan 2009 Cumartesi

ERZURUM BİR ANIT GİBİ

Su kırmızı akmayı özlemez, gül solmayı
İnsan Arş-ı Ala'ya uçurur yüreğini tanyerine tutunduğunda
Orada ışık kızıldenizdir damarlarında sevdanın
Orada Erzurumlu yiğitlerin şehit tebessümleri
Kutlu bir ırmağa dönüşür turna kanatlarında
Orada kan inceltilmiş bir karanfil yaprağıdır

Düşman karanlıkları dağıtan dedelerin
Sonsuz bir yedi beyza dokunur saçlarına
Erzurum orada bu günkünden daha parlak
Daha buhurdan kokulu, daha derin
Ağlarken "hu" çeken aç kalmış bebeklerin
Kahraman bir denizdir bakışlarında

Erzurum, ne vatanın bir köşesinde unutulan baharları
Ne de adam boyu hüzünler getiren amansız kışlarında
Böylesine doğrulmamış, haykırmamıştır
Esareti bir Rus kasaturası
Bir Ermeni kaburgası gibi
Hurma ağacının dallarına aşina
Söğüdün ve kavağın kollarında pervasız
Parmaklarıyla kırmamıştır

Bir kadın Nene Hatun'sa, dağ yürüyüp gider çöle doğru
Ateş pervanesidir kahramanlık
Dönüp durur göğsünde duvağı kanlı kızların
Bir adam sekseninci yaş gününü
Hainleri yurdundan söküp atmaya
Yılanları öldürmeye adamışsa
Yıldızlar kar taneleri gibi düşer avuçlarına

Erzurum kızıl kabuslar içinde Arş-ı Alaya yükselen
Ebedi bir rüyadır
Yalnız savaşlarda görür çakalları, sırtlanları
Yalnız savaşlarda anlar ikiyüzlü bostan korkuluklarını
Erzurum her an yeni seherlerde
Yeni destanlara müheyyadır

Ayağa kalkın ey uyuyan leylazedeleri hastalıklı bozkırların
Ayağa kalkın ıstıraba gül suyu damlatmayı bilmeyen biçareler
Siz hala mart günlerinin volkanlarına Bigane safranlı uykularınızda
Gelgitleriyle sarhoşsunuz esrarlı ağıtların
Ayaklarınız en yakınlarınızın ayaklarında
Uğursuz ve cinnetli birer pranga
Buluşma yerlerinde fıkralar anlatıyorsunuz tarih sayfalarından
Nabzınızda tabyaların duyamadığınız
Yorgun iniltileri
Oturuyorsunuz odalarında mağrur evlerinizin
Oysa bu şehrin sokaklarında hâlâ
Zilletin üzerine yürüyen çocukların
Ses tellerinden yapılma
Bayraklar dalgalanır

Bu şehir gün doğmadan ayaktadır
Binbir hatimle yoğrulmuş toprağında
Açar leylakları melek yüzlü taşların

Su kırmızı akmayı özlerse, gül solmayı
Arş-ı Alada bulur yitiğini erenler
Orada kum saatleri geceyi onarmayı unutmuştur
deniz fenerlerinden ufuktaki ışığı almayı hatırlamaz deniz
orada kaptanlık diye bir şey yoktur
tayfalar ve dümenler yoktur
Palandökenlerde kurutulmuş çiçteklerin kokusu
Yiğitlerin kokusudur
Serhaddına kandiller bırakmıştır öteden
İhmal edilse de, ruhunda rüzgar
Namertlere kan kusturan bu şehrin
Türküleriyle yanar

Siz ey mağrur evlerde, odalarda oturanlar
Ne görmeyi becerebildiniz saklı bir hazineyi derinde
Ne de altın harflerle yazabildiniz içinizin duvarlarına:
Erzurum bir anıt gibi yükselir kurtuluş göklerinde

Nurullah Genç