13 Nisan 2009 Pazartesi

AZİZİYE DESTANI

Bu yurdun her köşesi bir âbide taşıyor,
Her âbide iftihar unvanıyla yaşıyor.

Bunların ikisini vereyim misâl diye;
Batıda Çanakkale, doğuda Aziziye.

Çanakkale hakkında birçok destanlar yazdık,
Temelini milletçe bütün kalplere kazdık.

Bu millet unutur mu kendine has değeri,
Medar-ı iftiharı olan bu aziz yeri.

Büyük hatırasını her zaman ansın diye;
Neslimize bıraktık bir muazzam hediye.

Bugün bu kutsal yere dikilen şu âbide,
Namım iletecek ta ezelden ebede.

Ve ona bakanların gözleri yaşaracak,
Ceddinin yaptığım imanla başaracak.

Aziziye ismiyle milletçe övünelim,
Onu tanımak için o tarihe dönelim.

Sekiz kasım akşamı, sekiz yüz yetmiş yedi,
Aziziye’de durum tamamen şöyle idi.

Bir sükunet içinde şehir uykuya dalmış,
Bahri Bey tabyalarda iyi bir tedbir almış.

Bu sırada Moskoflar hileye başvurdular,
Alçakça ve korkakça bize tuzak kurdular.

Bilerek başlarına kopacak kıyameti,
Öncülere giydirip bütün Türk kıyafeti.

Gözlerine bir zafer hırsını aldırdılar,
Ve Türk tabyalarına kahpece saldırdılar...

Hacet kalmamış idi birbirini ikaza,
Kanlı bir cenk başladı artık boğaz boğaza.

Çok geçmeden Bahri Bey öğrendi hakikati,

Bir hamlede kavradı bu acı vaziyeti.
Bizzat süngü takarak ön safta harbe girdi,

O anık bir kumandan değil, yalnız bir erdi.
Topçu erleri o an bütün süngü taktılar,

Bahri Bey'in peşinden bir sel gibi aktılar.
Cümlesinin gözleri olmuştu alev alev,

Bir anda küçülmüştü o kahpe tavırlı dev...
Nitekim bu azınlık saatlerce dayandı.

Bu arada Bahri Bey ağırca yaralandı,
Fakat akibetini sezdirmedi erlere.

Takattan düştü ama kendi düşmedi yere.
Bu cenk devam ederken şafak da söküyordu.

Birinci tabya da neredeyse çöküyordu.
Top sesleri gelince bir ara kulağına,

Muhtar Paşa uyandı, o koştu Topdağı'na.
Oradan dürbünüyle vaziyeti kavradı,

Elinde kuvvet azdı, buna çare aradı.
Derhal şehre inerek yardım istedi halktan,

Bir emir Erzurum'a sanki gelmişti Hak'tan...
Tereddüt etmeden geldi ferman yerine,

Cenk havası okundu o gün ezan yerine.
Davul zurna sesini duyan dadaşlar coştu,

Bu mutlu vazifeye can u gönülden koştu.
Askerin ayağına bağlanırken dolaklar,

Sarıldı ahalinin bellerine kuşaklar.
Hilekar düşmanından almak için büyük öç,

Aziziye'ye doğru bir şehir edecek göç.
O şehir ki şehitler kanıyla yoğrulan yer,

Vatan müdafaasının bir sembolü olan yer.
O şehir ki Moskof’a tanıtmıştır adını,

Seferber olduğu an erkeği ve kadını.
Kaptan Mehmet Paşanın emrinde iki tabur,

Karskapı'dan çıkarken tarih duymuştu gurur.
Nasıl gurur duymaz ki bu dünya kurulalı,

İlk defa görmekteydi çünkü böyle ahvali.
Bir karma ordu idi arkadan gelen kuvvet,

Tarih bu manzaraya hayran olmuştur, evet.
Neneler ve Fatmalar, Gülsümler,

Gülüzarlar Hem de Muhtar Paşayla ön safta yürüyorlar.
Dadaşlar şevk içinde, kalplerinde yok korku,

Cenge böyle gidilmez, bir düğün alayı bu.
Hiç bir millet düşmandan almak için intikam,

Mert göğsünü yapmadı çelikten bir istihkam.
Hiçbir millet bu yüksek payeye ermemiştir,

Hiçbir millet yurt için böyle can vermemiştir.
Allah’ım, bu ne iman, bu ne muhteşem durum,
Ayaklanmış yürüyor Tabyalara Erzurum.
Yürüyor haksızlığın hakkını vermek için,

Yürüyor düşmanını yerlere sermek için,
Öyle bir ordu ki, kadın erkek, gelin kız.

Akıyor bir sel gibi, imanından almış hız.
Hangi millet böyle bir ordu kurabilir?

Hangi kuvvet bu selin önünde durabilir?
Omuz omuza gelmiş paşa, asker, ahali,

Dünyada görülmedi bu ordunun emsali.
Öyle bir birlik ki bu ihtiyacı yok başa,

Allah Allah sesleri yükseliyor ta arşa.
Çok geçmeden cenk olan sahaya varılmıştı.

Moskof sürülerinin safları yarılmıştı.
Düşmanı şaşırtmıştı bu muazzam manzara,
İlk darbede almıştı can evinden bir yara...
Nasıl şaşırmasın ki bu mukaddes serhaddin,

Müdafaası uğruna koşmuş cepheye kadın.
O kadın ki vatanı ve namusu yoluna,

Baltasını sallıyor güvenerek koluna.
O kadın ki görmüyor düşmanın kılıcını,

Satırıyla alıyor kardaşının hıncını.
O kadın ki bakmadan soluna ve sağına,

Tırnaklarım salmış bir düşman gırtlağına.
Tazelenmiş yetmişlik dedenin cenk hevesi,

Elinde paslı pala, dilinde Allah sesi.
Vuruyor mukaddes din ve Muhammed aşkına,
Vuruyor dinlenmeden vatan, millet aşkına.

Naralar atmaktalar coşmuş cesur Dadaşlar,
Bu arslan seslerinden inliyor dağlar taşlar...

Artık güneş batarken bir güneş doğuyordu,
Neticede haklılar haksızı kovuyordu,

Bu destanı yazarken gözlerim yaşarıyor,
Çünkü bir vatan aşkı, ne işler başarıyor!..

Kitaplar yazsam bitmez Aziziye destanı,
Ey o soyun evladı, bu adı iyi tanı.

Senin de damarında o ecdadın kanı var,
Ve içinde o günün aynı heyecanı var.

Aziziye bizlere bir vatan bağışladı.
Türk şanını tarihe, yaldızla nakışladı.

O şehir ki Moskof’a tanıtmıştır adını,
Seferber olduğu an erkeği ve kadını.

Kaptan Mehmet Paşanın emrinde iki tabur,
Karskapı'dan çıkarken tarih duymuştu gurur.

Nasıl gurur duymaz ki bu dünya kurulalı,
İlk defa görmekteydi çünkü böyle ahvali.

Bir karma ordu idi arkadan gelen kuvvet,
Tarih bu manzaraya hayran olmuştur, evet.

Neneler ve Fatmalar, Gülsümler,
Gülüzarlar Hem de Muhtar Paşayla ön safta yürüyorlar.

Dadaşlar şevk içinde, kalplerinde yok korku,
Cenge böyle gidilmez, bir düğün alayı bu.

Hiç bir millet düşmandan almak için intikam,
Mert göğsünü yapmadı çelikten bir istihkam.

Hiçbir millet bu yüksek payeye ermemiştir,
Hiçbir millet yurt için böyle can vermemiştir.

Allah’ım, bu ne iman, bu ne muhteşem durum,
Ayaklanmış yürüyor Tabyalara Erzurum.

Yürüyor haksızlığın hakkını vermek için,
Yürüyor düşmanını yerlere sermek için,

Öyle bir ordu ki, kadın erkek, gelin kız,
Akıyor bir sel gibi, imanından almış hız.

Hangi millet böyle bir ordu kurabilir?
Hangi kuvvet bu selin önünde durabilir?

Omuz omuza gelmiş paşa, asker, ahali,
Dünyada görülmedi bu ordunun emsali.

Öyle bir birlik ki bu ihtiyacı yok başa,
Allah Allah sesleri yükseliyor ta arşa.

Çok geçmeden cenk olan sahaya varılmıştı,
Moskof sürülerinin safları yarılmıştı.

Düşmanı şaşırtmıştı bu muazzam manzara,
İlk darbede almıştı can evinden bir yara...

Nasıl şaşırmasın ki bu mukaddes serhaddin,
Müdafaası uğruna koşmuş cepheye kadın.
O kadın ki vatanı ve namusu yoluna,
Baltasını sallıyor güvenerek koluna.

O kadın ki görmüyor düşmanın kılıcını,
Satırıyla alıyor kardaşının hıncını.
O kadın ki bakmadan soluna ve sağına,
Tırnaklarım salmış bir düşman gırtlağına.

Tazelenmiş yetmişlik dedenin cenk hevesi,
Elinde paslı pala, dilinde Allah sesi.

Vuruyor mukaddes din ve Muhammed aşkına,
Vuruyor dinlenmeden vatan, millet aşkına.

Naralar atmaktalar coşmuş cesur Dadaşlar,
Bu arslan seslerinden inliyor dağlar taşlar...

Artık güneş batarken bir güneş doğuyordu,
Neticede haklılar haksızı kovuyordu,

Bu destanı yazarken gözlerim yaşarıyor,
Çünkü bir vatan aşkı, ne işler başarıyor!..

Kitaplar yazsam bitmez Aziziye destanı,
Ey o soyun evladı, bu adı iyi tanı.

Senin de damarında o ecdadın kanı var,
Ve içinde o günün aynı heyecanı var.

Aziziye bizlere bir vatan bağışladı.
Türk şanını tarihe, yaldızla nakışladı.

SALİM ÖZMEN