28 Mart 2011 Pazartesi

SALİM HOCA

Dere Mahallesi Camii İmamı Salim Hoca; Bican Çeşmesinin karşısındaki evde otururdu. Evin bacası aşık ve bilye oyunlarımız için en sevdiğimiz yerdi, çünkü dibindeki direk yardımıyla; Salim Hoca evde olmadığı zamanlarda oraya çıkmak ve çok yüksek olmadığı içinde acil bir durumda atlayıp kaçmak kolaydı. Kaldı ki fazla gürültü çıkarmadıkça bacada oynamamıza da eşi ses çıkarmazdı.

Salim Hoca 65-70 yaşlarında mahallede sevilip saygı duyulan bir şahsiyet idi. Elinden düşürmediği kehribar uçlu "çookk" uzun gümüş ağızlığı ve ucunda tüten sigarası ile göründüğü anda kadınlar kızlar evlerine girer, biz çocuklar ise bir kenara çekilerek dikkatle hareketlerini izlerdik. Bican Çeşmesinin önünü karargah haline getiren delikanlılarda hemen dağılırdı, Salim Hoca evine gelince.

Salim Hoca her halde fazla konuşmayı sevmezdi zira cami dışında konuştuğunu hiç görmemiştim. Dedemin yakın dostu idi, her hangi bir hacet için Dedemi namaz çıkışı beklediğimde göz göze gelirdik, Dedemle camiye girdiğim günlerde de sessizce başımı okşardı. Dedemde hocadan bahsederken derin bilgileri olduğunu söyler ve kendisine saygı duyardı.

Yine bir gün hararetli bir aşık turnuvası esnasında attığım uyduruk eneke (O zamanlar 6-7 yaşlarında idim ve beceriksizce yaptığım, karnını oyarak kurşun döktüğüm dengesiz ve nereye gideceği belli olmayan bir aşıktı.) Salim Hocaların baca camını kırarak evin içine düştü. Akasından davrandım, düştüğü görünür yerde ve tereğin üzerinde öylece duruyordu. Bir iki uzanarak almaya çalıştım ama nafile. Bir anda cam sesine gelerek yukarıya bakan Salim Hoca ile göz göze geldim. Ne yapacağımı şaşırmış bir halde birkaç saniye tereddütten sonra bir şey söylemeden kendimi bacadan aşağıya attım, diğer çocuklarda arkamdan dağıldı.

Akşama doğru Dedemin eve dönüş saati yaklaşınca sancılarım başladı. Salim Hoca beni kesinlikle tanımıştı. Acaba Dedeme söyledi mi? Acaba cezam ne olacaktı? Bu sıkıntıdan nasıl kurtulacaktım? Gibi sorular beynimi kurcalıyordu. Sessiz ve çaresiz kader anını olağanüstü bir sessizlik ve uysallıkla beklemem, Babaannemin dikkatini çekiyor fakat ağzımdan laf alamadığı gibi bir anlamda veremiyordu.

Beklenen an geldi ancak beklediğim fırtına yoktu. Dedemin eve gelişi ve bana davranışı gayet normaldi. Benim anormal sessizliğim ve suçluluk halim ise devam ediyordu. Acaba Dedem namazda Dere Mahallesinde değil mi idi? Yoksa hocamı namazda yoktu? Herhalde Hoca beni tanımamıştı?

Bu halim ve beynimdeki sorular günlerce devam etti, bir süre sonra artık bende kabahatimi unutarak normal davranışlarımı sergilemeye başladım. Ta ki bir gün okula giderken Salim Hocaya kapısı önünde rastlayıncaya kadar. Bu tesadüfle şaşırmış bir şekilde donup kaldım. Salim Hoca sol eli ile bileğime yapışarak, sağ eli ile cebinden çıkardığı bir aşığı avucumun içerisine koydu. Bu gayet ağır ve kına renginde boyanmış bir eneke idi. “Ola oğlum o ne biçim bir enekeydi?” diye de serzenişte bulunmayı da ihmal etmedi.

Okuldan eve dönünce bütün olanları Babaanneme anlatarak; ondan daha bir süre öncesine kadar Erzurum’da yetişkin erkeklerin hatta babaların ve dedelerin aşık oynadıklarını hayretle dinledim.

Salim Hoca; Kırdığım camdan çok sahip olduğum enekeye, yeni neslin beceriksizliğine içerlemişti.