6 Mart 2010 Cumartesi

SİYAH GÖZLERİNE BENİ GÖTÜR



Daha dokunmadan kurudu İrem,
Çöllere bir türlü yağamıyorum.
Yeni bir koşuşun başlangıcında,
Biraz deprem sonrası,
Biraz şehir hülyası,
Bir kalp yangınından geriye kalan.
Siyah gözlerine beni de götür,
Artık bu yerlere sığamıyorum.

Pembe uçurtmalar yollandığından beri,
Sarardı tiryaki menekşeleri.
Sonbaharın tozlu kafeslerinde,
Sevgi turnaları yakalıyorum.
Turnalar gidiyor; ben kalıyorum.
Avareyim, asûdeyim, yorgunum,
Bilmiyorum neden sana vurgunum?
Erzurum garında banklar üstünde,
Uyku tutmuyor karanlıkları,
Yitik düşlerimi kovalıyorum.
Gölgeler gidiyor,  ben kalıyorum.

Bin bir türlü kokuyorsa yaylalar,
Siyah gözlerine beni de götür.
Baharın koynundan koparıp sana,
İpek bir mendile sardığım yüreğimle,
Şehzade gülleri gönderiyorum.
Umutlar kalıyor, ben gidiyorum.

Bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini,
Kaptanları sorgulayan,
Yanından geçen küheylanların,
Korku tûfanına yakalandığı;
Siyah gözlerine beni de götür.
Güneş ülkesinden gelen yiğitler,
Benzeri olmayan bir dünya kursu!
Cellat, ayrılığın boynunu vursun!

Usul, usul intizârı çürüten,
Bu hercai diken, bu çılgın arzu,
Sürüklüyor imkânsız muştuların
Eşiğine, gönül vâdilerini.
Bir ağaçtan düşen yapraklar gibi,
Düşüyorum tanyerine!
Ya topla yaralı kırlangıçları,
Ya da bu vefâsız şarkıyı bitir.
Özgürlüğe giden tutsaklar gibi,
Siyah gözlerine beni de götür.

Ey Mona Liza’nın kıskandığı el!
Bu kaçıncı bekleyiş trenlerin ardında?
Bin pâre olduğum kaçıncı bozgun?
Bir gün bu esrârlı hikâye biter,
Erzurum garında banklar üstünde!
Kalem bana kızgın, kitaplar kızgın,
Hasret katar, katar uzayıp gider.
İçimde bir figân her düdük sesi,
Her vagon; efkârlı bir uzun hava.
Göçmen kuşlar hâlâ dönmedi geri.
Kurumuş, evlerin karanfilleri.
Ey Mona Liza’nın kıskandığı el,
Sihrine bir defa dokunmak için,
Hep aynı şarkıyı söyleyip durdum.
Başımı umutsuz taşlara vurdum.
Vermedin bir siyah fotoğrafın,ı
Ya da bir hatıra parmaklarından.
Beni bir kaygısız Neron mu sandın?
Hangi düşmanımın sözüne kandın?
Götür, senin olsun bütün ihtişâm,
Gece mahkûmuna kalır mı akşam?

Erzurum garından ayrılıyorum,
Banklar mütereddit bakıyor ardımsıra,
Abdurrahman Gazi yokuşlarında,
Mecnun’la, Kerem’le buluşacağız.
Bu çâresiz derdi konuşacağız.
Yollar kıvrım, kıvrım, çetin ve uzun.
Dağlar melânkoli, dereler hüzün.
Takvimleri görmek istemiyorum!
Karanlığa dönmek istemiyorum!

Ey Mona Liza’nın kıskandığı el!
Bu kar yığınları cehennemden mi?
Bu sokaklar mahşerden mi geliyor?
Gürcükapı ihtirazı bilmezdi.
Altın kalpli zambakların,
Filizlendiği Taşmağazalar,
İlmek, ilmek bileklerine,
Geçirmezdi nefret urganlarını.
Nerede DADAŞIN gür bıyıkları?
Aziziye neden böyle derbeder?
Solan renkler kimin, kaldırımlarda,
Ya bu Erzurum, Erzurum değil,
Ya ben başkasıyım bu Erzurum’da

Ey Mona Liza’nın kıskandığı el!
Belki de o eski sinemalarda,
Hâlâ bir çin filmi oynamaktadır.
Çifteminareler mum ışığında,
Sonsuzluğa geçit aramaktadır.
Küskün çinileri Yakutiye’nin,
Yine sessiz, sessiz ağlamaktadır.
Issızlığa kurşun sıkan tabyalar,
Başına karalar bağlamaktadır.

Abdurrahman Gazi yokuşlarında,
Ne Mecnun ve Kerem, Leyla ve Aslı,
Ne de çin filmlerinden kalan görüntü.

Erzurum Garına, banklar üstüne
dönüyorum çıplak ayaklarımla.
Yine kuşlar, yine rüzgâr ve yağmur,
Zavallı gözlerim kırmızı, mahmur.
Unutuyor sevda resimlerini,
Ey Mona Liza'nın kıskandığı el,
Oeşsiz, ebedî sılâdan mahrum,
Şarkıları sana bırakıyorum

Nurullah Genç