29 Kasım 2008 Cumartesi

ERZURUM'DAN FIKRALAR





BAŞGA ÇİMSE YOHMİ

Mahallenin ayyaşı yine kafayı çekmiş evine dönmektedir. Şu talihsizliğe bakın ki belediyenin açtığı fakat kapatmadığı Bir çukura düşmez mi. Uğraşır çıkamayınca başlar bağırmaya..
-“İmdat çimse yohmi?”
-“İmdat çimse yohmi?”
Tesadüfen yakından geçmek te olan Mahalle nin İmam’ı çukurun Yanına gelince mahalle nin ayyaşını tanır ve fırsat bu fırsat diyerek, Elini uzatır ayni anda da vaaza başlar, içkinin kötülüklerini ve Allah’ın emirlerini arka arkaya sayıp döker.Çukurdaki mahalle nin ayyaşı imam’a arkasını dönerek bağırmaya devam eder.
-“Başga çimse yohmii?”


YA DİYİRDİZ TİREN CELMEZ

Osmanlı Döneminde ve Cumhuriyet’imizin ilk yıllarında, Erzurum hattı’nda “DAR HAT” denen ve bugünün oyuncakları veya dekovil’leri niteliğinde bir tren yolu sistemi var. Ray genişliği bugünkünün yarısı kadar, vagon ve lokomotiflerin büyüklüğüde bugünkülerin yarısı kadar. Taşıma kapasitesi bugünün dört’te biri kadar.


1930 lu yıllarda Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars arasında modern raylar döşenmiş, istasyon binaları yapılmış ve bu arada Erzurum’ada bugünkü Gar Bina’sı inşa edilmişti. Ancak nedense tren seferleri gecikince, Erzurum’lu kendince makul olan süre içerisinde Erzurum’a gelen trenleri görmeyince, şehirde hiçbir zaman trenlerin gelmeyeceği yönünde bir kanı ve buna yönelik dedikodular oluşmaya başlamıştı.

6 Eylül 1939 Yılında ilk tren Erzurum’a gelir. Ahali İstasyon Meydanında bunu kutlamak için toplanmıştır. Erzurum Belediye Başkanı kurulan kürsü’de konuşma yapmaktadır.

-“Ola ya diyirdiz tiren celmez! Bak celmiş düdücünü bile öttirir.”

ERZURUM'UM DADAŞ'IM



Ver elini, gezdireyim memleketimi,
Kefilim, sen de yaşayacaksın,
Sen de hemşehrim olacaksın,
Sen de tanıyacaksın Dadaş'ları...
Gel, hadi...
Her mevsim ayrı bir güzel;
Kış, Palandöken'de,
Şehir ayaklarının altında,
Kay babam kay, çık bir daha kay...
Bahar, Yunusemre'de;
Erirken karlar hertaraf nehir nehir...
Ve bağırır dolmuş muavinleri,
Şehire!..
Yaz, Havuzbaşı'ında;
Fışkırsın sular, sen seyret,
Güneş yaksın, sen havuz kenarında keyfet...
Bir de tavşan kanı çaylar geldimi önüne
Allaaahhh!... Ağasın...
Güz, her tarafında,
Ölüm misali, her kapıda...
Yeraltı çarşısıyla,
Hasırhanıyla, o meşhur camisiyle Gürcükapı'da...
Uzat elini öpeyim Ali Ağa!..
Şair Nef'i'siyle,
Üç kümbetleriyle
Ülker Hamamıyla Yenikapı'da...
Muratpaşa'sıyla,
Balıkçılarıyla,
Cıvıl cıvıl esnafıyla Erzincankapı'da...
O esrarengiz yeraltı hanıyla,
Geniş caddeleriyle İstanbulkapı'da...
Binlerce yatanıyla,
Asri Mezarlığıyla Karskapı'da...
Narmanlı'sıyla,
Heybetli kalesiyle,
Tabakhane'siyle,
Buz akan Şabakhane'siyle Tebrizkapı'da...
Ve teknolojiye meydan okuyan Demirciler'iyle
Fetih Camiiyle Kilisekapı'da...
Hani, kar yağar, dolu yağar
Korkmaz da insan,
Hele bir yağmur yağsa çıkamaz ya evinden...
Hani, ağlar ya gökgürültüsüne,
Kandıramazsın ya, elma şekeri versen,
Pamuk şekeri versen,
İftariye şekeri, horoz şekeri versen
Hoş, onlar da kalmadı ya!
Susmaz ya Dadaş bebesi...
Muhallebiyi de bilmez ki...
Güz demişken, kandırmaktan bahsetmişken
Hiç düşündün mü dost;
Neden Güz? ..
Fakir, benim memleketim...
Kandıramam kimseyi;
Kış geliyor da ondan, Güz!..
Kolay mı iki bin rakımda Kış geçirmek?!.
Neden mi sert bakışlı oluyor Dadaş'lar?
Neden mi Kış boyuna patates yiyor?
Hem de otuz sekiz çeşit yemeğini yapıyor Hasankale'li...
Yüzü soğuktan kıpkırmızı kesilen yaşlı amca
Neden mi odunun yaş olanını,
Kömürün artık olanını yüklüyor at arabasına?
Neden mi besliyor da hayvanı, kendi kesip yiyemiyor,
Satmak zorunda kalıyor?
Hele hepsinden önemlisi nedenmi milyonlarca Dadaş var
Öz memleketinden çok uzakta?
Anadolu'da, Avrupa'da, Amerika'da...
Bilmem ki, buyur sen söyle!..
Ahh, Abdurrahman Gazi'm,
Emir Şeyh Baba, Rabia Hatun'um, Nene Hatun'um,
Mahperi Hatun'um, Ahi Baba'm,
Ebu İshak Baba'm, Habib Baba'm...
Ölmediniz,
Yüreklerinde yaşıyorsunuz Dadaş'ların...
Yaşadığınız yürekler sizin hatrınıza ferah olsun!..
Varsın Dadaş'ımın bakışları sert olsun,
Yine sobası yanmasın,
Avakado'yu, Ananas'ı, Hindistan Cevizi'ni hiç görmesin,
Çocuklarımız tanımasın muhallebiyi,
Horoz şekerine yetişemesin,
Elma şekerini yiyemesin,
Pamuk şekerine para yetiremesin!..
Yatanların hatrı yeter yaşamana Dadaş'ım,
Gönüller ferah olsun!..
Bırak elimi dost, kendin gez artık memleketimi...

Abdulkadir Öğdüm

Emrah'dan "Felek Çakmağını üstüme çaktı"


Felek çakmağını üstüme çaktı,
Beni bir onulmaz derde bıraktı.
Vücudum şehrini odlara yaktı.
Yandım ataşına su leyli leyli

Felek çakmağını eyledi çengel,
Yare gidem dedim koymuyor engel.
Ölürsem kabrime sevdiğim sen gel,
Gözün yaşı ile yu leyli leyli.

Her an dilimizde dostun kelamı,
Uğra dost köyüne eyle selamı.
Tenhada görürsen Emrah cananı,
Daim ezberimde o leyli leyli.

28 Kasım 2008 Cuma

Cennetzade Camii

Erzurum, Aşağı Yonca Mahallesinde bulunan bu camiyi Erzurumlu İsmail Efendi l785-l786 yılında yaptırmıştır. 

Cami kesme taştan kare planlı ve tek kubbelidir. Kubbe dıştan oldukça yüksek iki katlı bir kasnak üzerine oturmuştur. Üzerindeki ilavelerle hafif sivri konik bir görünümdedir. Son cemaat yeri dört taş sütunun taşıdığı üç kubbeli bölüm halindedir.

Caminin içerisinin mimari yönden bir özelliği görülmemektedir. Yanındaki minaresi taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli, tuğladan ve tek şerefelidir.

Vani Efendi Camii


Vani Efendi Mahallesinde bulunan cami, Peygamber soyundan gelen, ve Erzurum'a yerleşerek öğrenci yetiştiren Vani Mehmet Seyyid Efendi tarafından 1670 yılında yaptırılmış olan yıkık caminin yerine 1960-1962 yılları arasında aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş, yalnız sağlam olan eski minareye dokunulmamıştır. 

Cami Osmanlı mimarisinde ve tek kubbeli bir camidir. Duvarlar kesme taştan yapılmış ve üzeri kubbe ile kapatılmıştır. Üç sütun üzerine inşa edilen ve üzerinde iki kubbe bulunan son cemaat yeri daha sonraları kapatılmıştır. Mahfile ve minareye son cemaat yerinden kapalı bir merdiven ile çıkılır.

Caminin sol yanına iki yüksek pencere inşa edilmiş, sağ yanına ise minberin geleceği yere pencere bırakılmamıştır. Cami içi ve pencere üstleri eşsiz çini yazmalarla tezyin edilmiştir.

Son yıllarda çevresi istimlak edilerek açılmıştır.

Geçidi Bekleyen Şehir


Mustafa Çetin Baydar'ın GEÇİDİ BEKLEYEN ŞEHİR'inden:

AKLIM HEP DOĞDUĞUM ŞEHİRDEDİR.Şehirler de insanlar gibi ibadet eder. İnsanların nasıl, Namaz'ı, Oruç'u, Bayram'ı, Kurban'ı varsa; şehirlerinde kendi müksebatınca bir "Kulluk Kimliği" vardır. Kültürel muhitinden koparak metropollerin medeni, ama kültürel kimlikiz ortamında yaşayanlar, en büyük gurbeti, dini hayat bahsinde duyarlar. Bu bakımdan, ramazanlarda, kurbanlarda, kandillerde, bayramlarda hep aklım Erzurum'da kalır. Her hücresinde dini bir vecd barındıran, her türlü günahla boğuşmasına rağmen kıblesini hiç kaybetmemiş bir şehrin evladı olarak, doğduğum şehirden uzakta yaşamakta olduğum büyük kentin dini atmosferini bir türlü yakalayamam, sudan çıkmış balığa dönerim. Erzurum'un dini eğilimleri değişim üstüne değişim geçirse de bu özlemim değişmez. Nasıl kulluğun derin izleri sinmiş mabetlerin mümünleri azalmasına rağmen çevrelerini kudsiyet saçarsa, Erzurum'un değeride bence odur. Şehirlerin dini kimliğini, sadece şahsi özlemleri belirlemez; millet ve devlet fikri de büyük çapta bu kimliklerden beslenir."Din için devlet, faziletli şehirler için, dindar şehirler gerekir" Anadolu'nun kilidi olan Erzurum'un milli tarihimizde ki rolü "Dindar şehir" kimliği bağlamında ele alınmaksızın anlaşılmaz. Dini realite ile dini tasavvur, birleşerek, şehirlerin dini kimliğini oluşturur. İçtimai yüreği besleyen şehir sırları da işte, bu derinlikt barınır. Bilenlerden cevabı almak için hep çabalamışımdır; mesela Rabia Hatun'un Erzurum'da ne işi var? Haydi diyelim o Rabialardan bir Rabia; peki Hasan-ı Basri'yene demeli? Gavurboğan deresinin bir yakası Rabia Hatun, diğeri Hasan-ı Basri ha! Sonra gelirsiniz Tebriz Kapısı'na. Bu kim? Ebu İshak Kazuruni.. Aşıklar zincirinden bir iri halka daha. Kudüs'ten Basra'ya, Basra'dan Kazirun'a gitmeye ne hacet?Abdurrahmangazi'den inip Tebriz Kapısı'na vardınızmı, Sahabe-yi Güzin, meşayıh makamları uğrağınız olur. İşte Erzurum'un sırları ile karşı karşıyasınız.
Tebriz Kapısı'ndan Kevelciler'e, ordan Tahtacılar Çarşısına uğrarsanız bu sefer sizi Karanlık Kümbet'te Saadettin-i Konevi karşılar. Mevlana Celaleddin'in müsahibi, Muhiddin-i Arabi'nin üvey oğlu, Erzurum ruhaniyetinin bir başka köşetaşı. Her Allah'ın günü yoldan geçenlerin dua ettiği niyaz uğrağı. İbrahim Hakkı Konyalı, hemşehrisi Konevi'nin Erzurum şehir ruhaniyatına karışmasındaki inceliği en iyi anlayacak kişi iken, ilmi itirazlarla bu tasavvuf büyüğünü Konya'ya tahsis eder; Karanlık Kümbet'teki kitabenin yanlış okunduğunu söyleyerek, Erzurum'lunun gördüğü Saadettin Konevi rüyasını karartır. Halk mantığı, bereket, ilim adamları kadar anakronizm kaygısı taşımaz. Hayatına katmak istediği büyük ruhları, zamanı ve mekanları aşarak bulur, getirir, şehir kadrosuna dahil eder. Yunus Emre ve hocası Tabtuk Emre'nin de Erzurum'lu yapılması, bu cümleden değimidir? Yunus ve Tabtuk Emre Mak'am ve Mezarlar'ının Anadolu'daki sayısı bilinmez. Taptap Baba ve Yunus Emre'mi Erzurum'lu idraki, getirip, Dutçu köyüne yerleştirir; hem de aşıklar ordusundan bir aşık: İbrahim Hakkı eliyle. Yunus Emre'yi Erzurum'a yakıştıran binbir sebep var. Bu geçit şehrin; dağına, obasına, mescidine, türbesine sinmiş olan sufi karakter varlığını haykırırken en ziyade bedenin iki organını; yürek ve dili kullanmadımı? İşte bir yürek ve dil mahsulü olan Yunus deyişleri, 16 ncı Yüzyıl'da Doğu-Batı Türkçesinin ayrıldığı bu kavşağın kokusunu taşımaktadır. O sebeple Geçidi Bekleyen Şehrin insanları Yunus'u "Erzurumluca" söylediği için hep kendinden bir parça hisseder, ona yakın durur. Aklına "Emrem" sevgisi düşünce yaz-kış; yağmur-zemheri demeden yürüye yürüye Dutçu Köyüne der ve ruhunu yıkayarak geri döner.

"Al Babamın Cırıd'ını"
Anadolu'yu yurt tutmak için atlarını mahmuzlayan Türkmen atlıları ilk seferlerini Erzurum-Kars Yaylası'na yapmışlar, atlı Cirit oyunu işte bu topraklarda mayalanarak, Anadolu, Rumeli ve Mısır'a yayılmıştır. Cirit hala, doğmuş olduğu bu geçitte yaşıyor. "Çocuktan al haberi" derler ya, geçit şehir Erzurum'da nasıl bir at ve cirit tutkusu olduğunu çocuk oyunları çok güzel anlatır. Bahar gelip kavak ağaçları budanmaya başladığında, budayıcıların çevresini çocuk ordusu sarar, çığlık çığlığa kaçırılan ağaç dalları, bir kaç dakika sonra, bir çocuk süvari birliğini donatmış olarak karşımıza çıkardı: Herkesin altında ağaçtan bir at, omuzunda asılmış yay, sırtında içi dolu sadak, elinde mızrak benzeri bir cirit. Ardından da çocuk sesli bir yiğidin gürleyen komutu: "Atlaara bin, Kıble'ye dön"At yerine koyduğumuz, püsküllü kavak dallarını bacaklarımızın arasına alıp yürüyüşe geçer, bazan ok yay savaşı, bazan cirit oynardık..............Araplar Düzü, Köşk Meydanı, Tepe Mezarlık ve Kavak Kapısı, 1950 li yılların cirit alanlarıydı. Cirit oynandığı günler, Erzurum ayağa kalkardı.O zamanlar Cirit oyunu bir spor panayırının adıydı. Şehir, öbek öbek, kimi çoluğunu çocuğunu, kimi eşini yaranını, kimi atını arabasını alarak Cirit Mahalline akmaya başlayınca, Cirit Alayıda, davul zurnalar eşliğinde şehri bir boydan bir boya geçer, böylece arkasına mahşeri bir kalabalık takmış olurdu. Şehir yürüyüşüne başlayan Cirit Alayı, sadece ciritcilerden oluşmazdı. Bu kafileye şehrin eşrafından da katılanlar olur, özellikle Cirit Meraklısı Simâlar, yürüyüş kollarından hiç eksik olmazdı................Davul ve zurna sesleri, at kişnemeleri, kalabalık'tan yükselen uğultular birbirine karışır, bu kargaşa, alaylar kurulup, ilk Cirit atılıncaya kadar devam ederdi.
"TIRHIÇ"
Atalarımızın pek önem verdikleri "mahremiyet" mevzuunu, sokak ve ev kültürü ile birleştirirken, çok sevimli çözümler buldular. Haremlik ve selâmlıklar, yüksek duvarlarla çevrili sulu, çimenli, güllü, dallı ev bahçeleri, kafesli ayvanlar, cunbalı odalar. Evlerin sokağa açıldıkları son nokta olan kapılara da kafesler takılırdı. Bu açılıp kapanabilen ve çeşitli şekillere sokulan kapı kafesler, Erzurum ve çevresinde "TIRHIÇ" diye adlandırılır. Nasıl ki her eşyanın bir ruhu, o ruhun dünyaya verdiği bir şevk ve hareket olursa; eski Erzurum Kadın Dünyası'nın sokakla ilişkisini kuran tırhıç çevresinde bir hayat ırmağı akardı. Eski Erzurum sokaklarına yolu düşen yabancılar, lebaleb çocuklarla dolu bu mekânlarda, kadın varlığının yok denecek bir noktada olduğunu farkeder, eğer tırhıç arkalarındaki dünyadan haberleri yoksa, bu sokak ve aralarının yegane sahiplerinin çocuklar olduğunu zannederdi. Oysa sokaklar da, mahalleler de, hatta çarşılardaki dükkânlar da, bu tırhıç arkasında duran ve hayatı avuçları içinden akıtmaya çalışan kadınların yönetimi altındaydı. "Tırhıç" sözünün ne mânaya geldiğini kimse söyleyemez; ama tırhıçların arkasındaki kadın dünyasının nasıl bir hukuka ve güce sahip olduğunu; çocuğundan, esnaf ve çıraklarına; sakasından, bohçacı kadınlara, nişanlı ve yavuklu gençlerden, mütehakkim aile reislerine kadar bir şehir halkı, uygulamalı olarak bilirdi. Usta nakkaş ve marangozların elinden çıkmış ve hemen her evin kapısına takılmış olan bu ahşap kafes kapılar, sokaktan geçenin içeriyi görmesini engeller, buna mukabil kadınlar, tırhıç arkasında durup, dış alemi gönüllerince seyreder ve yönetirlerdi.........Öyle ustaca yapılmışlardıki, arkasında kimin durduğunu evin erkekleri bile anlayamaz ve dışardan bakanlar tırhıç arkasında birinin durup durmadığını farkedemezlerdi..

DADAŞ
Her şehrin kendince yaşadığı "Delikanlılık Töresi" olur.

Yayla geçitlerini bekleyen tarihi şehir Erzurum için bu delikanlılık bahsi,
hayli ayrıntıya ve derine gider.....

Dadaşlık, Erzurum delikanlılığına verilen genel isimdir.

Bar tutan, cirit oynayan, birbirinden yanık türküler çığıran, ailesinin, mahallesinin,
vatanının şerefi ve hakkı için kavgaya girip, mazlûma siper, zalimin suratına sille
olan, yavuklusunun ayağına dolaşana karşı alev alev yanıp, arkadaş uğruna malı ile
canı ile baş koyan yiğit ruhların, adıdır dadaş

Dadaş sözü, Türkmenistan'dan Azerbaycan'a; Kerkük'ten Afganistan'a bilinen bir söz;
bin yıl önce bu topraklara gelen Türkmen Atlılarının nakşettikleri "delikanlılıktır" dadaş.

Dadaş, minnetsiz yaşamayı mefkûre haline getirmiş bir cemiyetin delikanlı irâdesini
temsil eder. Zannedildiği gibi gençlikle başlayıp biten bir "çağ tutkusu" değildir.

Bu ruh; dile, dine, ilme, siyasete, silahşörlüğe, spora, mûsikiye, raksa damgasını
vurarak ortaya çıkar.

Altında Dadaş karakterinin kıpırdamadığı bir Erzurum türküsü gösteremezsiniz.
Bar oyunu zaten serapa, Dadaş ruhunu simgeler.

Demire çifte su verilerek nasıl üstün meziyetli silahlar imal edilirse, delikanlılık,
ancak fazilet durağına uğrayabilmişse yüksek karakter kazanabilir.


Ben Erzurumluyum

Hayatta kaygısız yaşarım senim
Süt rengi ovalar yaylalar benim
İlham verir bana palandökenim
Ben Erzurumluyum Erzurumluyum

Baba yadigarı posu belimde
Altımda yağız at cirit elimde
Serhat türküleri coşar dilimde
Ben Erzurumluyum Erzurumluyum

Yigitlik dendimi yücelir başım
Erzurum dendimi diner göz yaşım
Ey sağdıcım kirvem yiğit dadaşım
Ben Erzurumluyum Erzurumluyum

Ceddim tarihleşmiş Oğuz soyunda
Çok kılıç salladık sınır boyunda
Dökülmüş kanımız var tuna suyunda
Ben Erzurumluyum Erzurumluyum

Çavgın sular gibi akarım duru
Marifetnameden aldım desturu
İmanın ihlasın gönlümde nuru
Ben Erzurumluyum Erzurumluyum

Canım Nef,i söyler içim gümrahtır
Dilim Sümmanidir sözüm Emrahtır
Yolum haktır özüm fena fillahtır
Ben Erzurumluyum Erzurumluyum

Aldım ilhamımı ulu tekbirden
Mana dolusunu içmişim pirden
Savkım coşar gelir Çattan İspirden
Ben Erzurumluyum Erzurumluyum

Gezde Şenkayayim gözde Dumluyum
O ki Pasinlerde Şifali suyum
Hınıs, Tekman, Narmanlı, Tortumluyum
Ben Erzurumluyum Erzurumluyum

Erzurum
Zernişan Aydoğan

TANDIR

Yaylak ve kışlaklar arasında yüzyıllarca dolaşmış bir göçebe toplumun,
yerleşik hayata taşıdığı kültür unsurları ne olabilir? diye düşünenler,
aradıkları birçok cevabı "Erzurum Tandır Evlerin'de" bulabilirler.

Erzurum tandır evi artık göçmemeye karar vermiş, zamana meydan
okumak için "topak çadırını" nı bu kez taş, ahşap ve toprakla inşa
etmiş insanların, yerleşme serüvenini anlatır....

... Erzurum evlerinde doğup büyüyen biz çocuklar geceyi ister tandır
sekisinde, ister kendi odamızda geçirelim, günün ilk ışıkları ile tandır
başında olurduk. Zira uyandığımızda aile büyüklerini işe başlamış bulur,
eğer tandır ateşlenmişse midelerimizin bayram edeceği anlamına gelirdi.

….O zamanlar şehir şebeke suyu yoktu ama, bir çok evin akan çeşmesi
bulunur, çeşmeli bahçeler, ev sahiplerine ayrı bir itibar sağlardı. Dağ
sularının devamlılığına nedense fazla güvenilmezdi. Bu yüzden çeşmeli
olsun olmasın bütün evlerin tandır bölümüne taştan oyulmuş su hazneleri
konurdu. Bu taş haznelerin doldurulması “cakkıl” denen omuzluklarla su
taşıyan sucuların işiydi.

Tandır’ların komşusu olan nakış nakış işlenmiş bu su depolarının hemen
Hepsi fiyakalı bir muslukla, sularını önüne yerleştirilmiş taş kurunlara
akıtırdı.

Bazı mutaassıp evlerde haznenin sucu tarafından içeri girilerek doldurulmaması
için duvarın diğer tarafına yapılmış akıntı çanağından, hiç içeridekileri
görmeden doldurma işlemi yapılırdı. Sucular kaçgöç döneminin ev mahremi
yetine en çok karışan aile dışı unsurlardı. Ömürlerini mahalle çeşmesi ile varlıklı
evler arasında tüketen bu insanlar hem fizik hem de ruh olarak yıpranmış, küçük
çocukların dahi zaman zaman dalga geçtikleri gariban takımıydı

Kaybolan Şehir Erzurum


Taner Özdemir'in "KAYBOLAN ŞEHİR ERZURUM" adlı eserinden:

Erzurum, Camii-Kebir Mahallesinin bir başında Osmanlıdan kalma Lala Paşasıyla, diğer başında Anadolu Selçuklularından kalma Çifte Minareleriyle, ortada Saltuklulardan kalma Ulu Camiiyle ta ötede Romalılardan kalma Kalesiyle dimdik ayaktadır. Eserler adları ile yaşarken kent ise günlük koşuşturmaların peşindedir. Hayat rutin olarak akıyor kimsede bu eserlerin anlamını pek idrak edemiyor. Halbuki o taş yapıların biz insanlara söyleyeceği ne kadar şey vardır....

GÖLBAŞI:

Erzurum bir zamanlar çeşit çeşit kuşların olduğu doğal güzellikleri ile dillere destan olan bir göle sahipti. Gölbaşı semti ismini bugün olmayano gölden almaktadır. Dumlu taraflarına gidenler yolda gölün varlığını gö-rebilir, bazı kuşların uçuşlarına şahit olabilirler. Göl yabancı bütün sey yahların eserlerinde yerini almıştır...........R.Curzon Erzurum'da kaldığıbir yıl müddetinde Erzurum ve civarını tanıma imkanı bulan Curzon'unen fazla hayranlık duyduğu görüntü Erzurum ovasının ortasında 4 millikbir alanı kapsayan sazlık olmuştur.......... Erzurum'a gelen bir başka seyyah olsn Creazm ise 1843 yılında göl ile ilgili şu bilgileri vermektedir.Erzurum Ovasında kuşların cinsi itibariyle çokluğunu gözleri ile görmeyen inanmaz..... suyun civarı rengarenk kuşlarla doludur. Onlardan toprağınrengi görülmez. Ne kadar yabancıyız değilmi yukarıda söylenene. 1950yılında sazlık kurutulmuş kuşlar ise göçmüştür. Bizlere ise bugün Erzurum'da yalnızca bolca karga kalmıştır........ Erzurumlu elleriyle tarihi yıktı ve tabii güzellikleri hoyratca tüketti.

FİL GEÇTİ KÖPRÜSÜ:

Bin dört yüzlü yılların başında Osmanlı devleti ile Timur arasında ilişkiler bozulmaya başlar.Timur İle Beyazıt arasındaki karşılıklı atışmalar havanın iyice sertleşmesine neden olur ve sonunda iki tarafta da savaş kararı alınır. Çubuk ovasında1402 yılında Ankara Savaşı ile Os-manlı Timur'a yenilir ve fetret devrine girer. İşte bu savaşa giden Timur'un geçtiği mekanlar-dan biridir Dere Mahallesi. Timur ordusundaki fillere çok güvenir bakımlarına özen gösterirmiş. Erzurum'a gelen Timur ve Ordusu dereyle karşılaşınca filleri karşı tarafa geçirmek için bir köprü yapılmasına karar verilir. Köprü yapılır ve filler köprüden geçer. Böylelikle o tarihten sonra adı fil köprüsü olarak kalır. Zamanla dere kapatılınca köprüde unutulur gider. Köprü uzun bir zaman sadece isim olarak kalır zihinlerimizde kimse onu günyüzüne çıkarmayı düşünmez ta ki beledi-yenin iki binli yılın başında Dere Mahallesi ile Çaykara'yı birleştirine kadar. Eski köprü gün yüzüne çıkarılır tarih yeniden canlanır diye düşünürken yanıldığımızı çok kısa süre sonra anladık. Köprünün bütün eski neyi varsa üzerine beton dökülmüş ve köprü kapatılmıştır. Bir tarih daha göz göre göre yok olmuş, bu duruma kimsede dur dememiştir. Bugün yeni yapılan köprüye Filgeçti köprüsü adı verilmiştir ama bu yeterlimidir bilmem? Köprünün ne başında nede sonundaona niçin bu ismin verildiğini gösterir bir tabelanın olmaması da başka bir soru.

FİL KÖPRÜ MEZARLIĞI:

Daha önce mevcut mezarlıklardan birisidir. Kaynaklardan öğrendiğimize göre bu mezarlığın sınırı şöyle imiş. Doğuda Murat Paşa Camii önünden geçen Murat Paşa Caddesi, batı ve güney taraflarında büklüm yapan Naip Sokak, kuzeyde ise Fil köprüsünden Erzincan kapıyı ayıran cadde ile sınırlandırılmıştır. Bu duruma bakılırsa bu mezarlık diğerlerinden çok evvel yok edilmiştir. Cumhuriyet İlk Öğretim Okulu bu mezarlık alan üzerinde inşa edilmiştir.

DERE MAHALLESİ:

................. Günümüzden 40-50 yıl öncesine kadar şehir merkezinden, suların şırıl şırıl aktığı iki dere vardı. Çaykara ve Taşmağazalar dereleri diye adlandırabileceğimiz bu iki akarsu yatağında,bir çok köprü ve değirmen bulunurdu. Bahar olupta sular çoğalmaya başlayınca bu derelerde çok sayıda insan ve hayvan telef olurdu. Palandöken dağlarının doğu taraflarından gelen sular, Dabakhane çeşmesi civarında birleştikten sonra büyük bir akarsu görünümünde Taşmağazaları geçip yoluna devam ederdi. Kayak tesislerinin doğusunda bulunan derelerden gelen sular da, Yenişehir girişinde birleşerek, yine büyük bir akarsu görünümünde Dere Mahallesi ve bugünkü Çaykara Caddesinden ovaya inerdi. Sadece Çaykara deresi boyunca 40 tane değirmen ve çok sayıda köprü vardı. Karasu nehri ve bahsettiğimiz derelerin suları Erzurum Ovasında bataklık ve sazlık alanlar oluşturmuştur. Adeta bir göl görünümünde olan bu alanlarda su samuru yetiştirilip derilerinden kürkyapılırdı. Sadece su samurundan değil daha bir çok hayvandan yapılan kürkler, bütün Osmanlı Ülkesinde meşhurdu. Padişahların giydiği kürkler Erzurum'dan gönderilirdi.

Derelerin, çeşmelerin çokluğu yabancıların da gözlerinden kaçmamış, her gelen yabancı kalemi eline alıp bu güzellikleri ya anlatmış ya da resmetmiştir. 1869 da gelen Thespyle Doyrelle Erzurum'da yükseklerden birçok derelerin indiğini, her birinin şehrin bir semtinden geçtiğini söyler. Üzerlerinde birçok küçük köprüler vardı. Binaalaneyh Erzurum'un bir çok sokaklarına pek hususi manzara verir diye söz eder. Dere Mahallesinde sağlı sollu binalar hızla yükselmektedir. Şu anda ERZURUM' un en hızlı yozlaşan mahallesidir. Tek damlı toprak damlar çok az kaldı. Onlarda bugün bölgenin görünümünü bozmaktadır. O alan tamamen yıkılarak bir kültür sitesine çevrilebilir. Bu yapılmazsa oraya da kısa sürede gök delenler dikilmesi an meselesi olur. Dere Mahallesi zamanla diğer mekanlar gibi çevreyi rahatsız ettiği için dere kapatılmış, dere sadece isim olarak kalmıştır. Mahalle dere yatağının kenarında tek katlı düz toprak damlar yıkılaraklarak yeniden oluşmaya başlamıştır. Son yıllarda alternatif yolların yapımı ve tünellerin açılmasıyla bölgenin önemi artmış, mahalle eski dokusunu kaybetmiştir. Saray Bosna Caddesi, modern binalar, mahalleyi hızla değiştirmiş eskiye ait bir çok değeride alıp götürmüştür. Erzurum'un en eski sabuhane ve sabuncuların mekanıydı bir zamanlar Dere Mahallesi. Bugün ne sabuncular var nede dereye çamaşırlarını yıkamaya gelen kadınlar. Sabunhane bugünkü Gazeteciler sitesininaltında yer almış. Buralarda "Kara Sabun" denilen yeşil renkli sabun imal edilirdi. Bizler şimdilerde sabunumuzu ve şampuanımızı dışarıdan getirerek yabancıların eline bakmaktayız. Ecdat sabunhanesini yapmış üretim gerçekleştirmişken biz ona sahip çıkamamışız. Elbette o gün kullanılan sabunları kullanalım demiyorum ama; acaba o tesisi geliştirip sektörü yenileyemezmiydik?

YAZICI ÇEŞMESİ:

1750 yılında düzgün kesme taştan yapılmış olan bu çeşme İbrahim Paşatarafından Erzurum'a kazandırılmış olan çukur bir çeşmedir. Çeşmenin üst kısmında onun üç yanını dolaşan bir çok saçak motifi vardır. Sivri bir kemere sahipdir. Orijinal kitabesi bugün bile üzerindedir. Oluk oluk suların aktığı çeşmenin akışında bir azalma olmamış günümüze kadar gelmiştir. Çeşme çeşitli dönemlerde tamir görmüş ve defalarca çevre düzenlemesi yapılmıştır.Çeşmenin suyu köşk civarından on iki temizleme kuyusundan geçerek gelir.

(NP'nün notu= Çeşmenin hemen yan tarafında Annemin evi vardır. Geceleri uyku arasında adeta çeşmenin akan suları ile türkü mırıldandığını sanırsın.)

DÖRT GÜLLÜ ÇEŞMESİ:

(Halk Dört Güllü Ahmet'de derdi) Çeşme üzerinde yer alan kitabeye göre 1743 yılında yine İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Çeşme 1856 yılında Ahmet adında bir hayırsever tarafından tamir ettirilmiştir. Dört Güllü adı çeşmenin 4 yüzü olmasından gelmektedir. Erzurum'un diğer çeşmelerinden farklı bir yapıya sahiptir. Görünüşü kümbete benzemektedir. Erzurum'a has kesme taştan yapılmış olan çeşmede gri taşlar kullanılmıştır. Çeşmenin bugün yalnızca 1 yüzünden su akmakta olup diğer oluklar susmuştur. Çeşmenin kitabesi ve tanıtıcı bir levhası yoktur.

ŞABAHANE ÇEŞMESİ:

Çeşmenin soldan üçüncü kitabesinde yazdığına göre Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır. Yakup adında bir hayırsever yaptırmış, Hafız Feyzullah Efendi ise onarılmasını sağlamıştır. Çeşme birbirine bitişik olarak altı parçadan meydana gelmiştir. Hepsi de sivri kemerlidir. Kitabesi günümüze kadar gelebilen nadir çeşmelerimizdendir.

ŞEHİTLER MAHALLESİ:

Erzurum'da herhangi bir köye gidilirse o köyün sınırları içerisinde mutlaka şehitlik veya şehit mezarı vardır.

(NP.nün notu: Bugünde öğle değilmi, Doğu'da, Batı'da, Güney'de,Kuzey'de tüm Anadolu'nun her köyünde başında Şanlı Bayrağımızın dalgalandığı bir veya bir kaç şehit mezarı yokmu? Rabbim onlara rahmet etsin)

Tarihimizde bir çok savaş bu topraklarda meydana gelmiştir. Hangi mısrayı ezberlesem, hangi türküyü mırıldansam hepsinde bir hüzün,hepsinde bir gözyaşı, hepsinde bir yüreğin iniltilerini duyarım. Nereye ayak bassam, nereye kazma vursam hep vatan uğruna kahpece şehit edilen ecdadın kemikleriyle karşılaşırım, bir yanık hikâye dinlerim. Tıpkı Yanık derede olduğu gibi. Güneş tam varlığını hissettirince dereden bir yanık kokusu yayılır tüm vadiye. İşte o hüzün çöker yüreklere seferberlik anıları başlar dillerden dökülmeye. Hüzünlü bir ikindi günü Yanık Derede bulduk kendimizi. Aslında o gün destanlaşan kahramanlık mücadelesinin tanığı olan Mecidiye Tabyasına gitmeye karar vermiştik.....

......Mecidiye Tabyasına doğru tepeye yürüyerek çıkarken nefes alıpvermede zorlanıyor, arada mola veriyorduk. Yarabbi! O yetmişlik pirifaniler bu tepeleri nasıl çıkmış, zalim rus'u buralarda nasıl yenmişlerdi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Karışık duygular içerisinde ayaklarımın altında şehrin o müthiş siluetini izliyorum.... Bir süre orada oyalandıktan sonra aşağıya doğru iniyoruz. Dağın dimdik yamaçları bizi hızla aşağı itiyor ve ittikce bizi Yanık Dere'ye yaklaştırıyordu. Yanık Derenin bu kadar yakın olduğunu ve şehrin yanı başında bu katliamın yaşandığını bilmediğimi anlayarak tarihimize ne kadar yabancı olduğumuza üzüldüm.... Dağın alt başına inince kendimizi bir caminin yanında bulduk. Tam karşımızda bir anıt ve tepesinde Ay Yıldızlı Şanlı Bayrağım dalgalanıyordu....Bu anıt neyin nesiydi, cami avlusunda abdest alıp ezanı bekleyen elli altmış yaşlarındaki başı dik, yüreği vatan aşkıyla yanan insanlarımızla karşılaştık. Selamlaştıktan sonra nerede olduğumuzu sorunca, aldığımız cevap karşısında şok olduk. Oğul! Yanık Dere'nin, yanık yüreklerin beldesinde Şehitler Mahallesindesin.

BAKIRCI ÇEŞMESİ:

1720 yılında yaptırılmış, 1992 yılında ise görünüşü değiştirilerek tamir edilmiştir. Çeşme III. Ahmet döneminde yaptırılmıştır. Çeçmede kullanılan taşlar dört köşe ve üzeri tırtıllıdır. Çeşmenin üst görünümü ovaldir. Çeşmenin dört lülesi vardır ve zamana inat hepside gürül gürül akmaktadır.

CENNET ÇEŞMESİ:

Suyunun tadından dolayı halk arasında Cennetten geldiğine inananılan çeşme Boyahane Hamamının tam karşısındadır. Çeşmenin orijinal hali bozulmuş olup kesme taştan yeniden yaptırılmıştır. Çeşmenin üç lülesi vardır. Çeşmenin hangi tarihte yapıldığı bugün bilinmemektedir. kitabesi sayısız tamirlerden birinde kaybedilmiştir. Evliya Çelebi Erzurum'a geldiğinde bu çeşmeyi görmüş ve ve gördüklerini Seyahatnamesine şu şekilde geçirmiştir. " Üçay havası gayet latiftir ki adam hayat-î cavidanı bulur. Suyu züla-li hayattır. Ata ve kadınlara suyu gayet faydalıdır. Cennetpungarı denen sudan temmuzda içen (vemin-el-mai külli şey'in hay)ayetini anlar.

(NP'nün notu= Ağustos 2008 de mubarek şehiri ziyaret ettiğimde Lala PaşaCamii altında Büyük Şehir Belediyesinin yer altı oto park kazıları sonucu çeşmenin sularının kaybolduğunu görmüş ve kahrolmuştum. Sonradan, geçenlerde Erzurum'dan aldığım suyun yolunu bularak tekrar lülelerden akması haberi beni sevindirdi. Mucize.. KAYBOLAN ŞEHİR ZATEN MUCİZELER ŞEHRİ DEĞİLMİ??)

AKPINAR ÇEŞMESİ:

Akpınar Çeşmesi Kadana Mahallesinde lülerinden hayat suyu fışkıran çeşmedir. Kırmızı kesme taştan yapılmıştır. Sivri kemerlidir. Kemerin altında mermer zemine yazılmış kitabesi vardır. İki lülelidir. Halk ağzında çeşmeye "AKPUNGAR" demektedir. Ramazanlarda ne kadar erken gidilirse gidilsin çeşmenin başında sürekli bir sıra mevcuttur. Testisini, güğümünü alan iftar suyu için buraya koşar. Sonradan tamir edilirken konduğu anlaşılan kitabesinde şunlar yazar: " Cömertlik gösteren keremkârın-Hemişe cud-û ihsan-i revan olsun- Harap olmuş iken bu güzelçeşmeyi ihya etti-Yüce Allah'ın huzurunda hemen kabul edilsin-İsa Güllü birisinin gelip Abdi tarihini-Aktı gel berrak su iç yanasın 1745

DEVELER ÇEŞMESİ:

Gül Ahmet Çeşmesi olarak'ta adlandırılır. Gül Ahmet adındabir hayırsever tarafından yaptırılmıştır. Düzgün dikdörtgen şeklindedir. Siyah taştan yapılmıştır. Sivri kemere sahiptir. Bir taş üzerinede kitabesi yazılmıştır. Çeşme üç lülelidir. Kitabe'de şu beyit yazılıdır:Bu sudan bir tas içince Hemen doldur testini Hayvanlarına su verenler Çabuk al badestini Çeşme eskiden develerin konaklama ve dinlenme yeri olduğundan develer buradan su içerlermiş. Bu çeşmeden akan su halk tabiri ile şordur. Mahallede bir evin altından gelir. İyi çay yapıldığı için yöre kahveleri çaylarını bu suyla demler.

KULOĞLU ÇEŞMESİ:

Güneş İlköğretim Okulu ile İsmet Paşa İlköğretim Okulu arasındadır.Kemeri kırmızı taşla örülen çeşmenin üstündeki kitabe zamana karşı duramayarak yok olmuştur.

SANSONCU BAŞI ÇEŞMESİ:

Çeşme Yukarı Mumcu Mahallesinde yer alan nadide açan çiçeklerden birisidir. Dikdörtgen planlıdır ve üç tarafını çevreleyen bir saçak vardır. Kitabesinden anlaşıldığı gibi 1805 yılında yapılmıştır. 3 satırdan oluşan kitabesinde şunlar yazar. Sahip-ül hayrat Ser saksaniyye-i Dergah-i Ali Mehmet Emin Ağa sene 1805

KIRK ŞEHİTLER:

Saat Kulesinin tam altında kalenin dış bedeninde zar zor belli olan bir mezarlık dikkatimizi çeker. Dualarımızı okur geçeriz. Burada yatan kimlerdir? Neden buraya gömülmüşlerdir? Kırklar namı verilen bu şehitlere Horasan Erenleri diyenlerde vardır. Kale kapısı önünde şehit düştükleri düşünülürse bunların kaleyi müdafaa ederken şehit oldukları kesindir. Bir rivayete göre gürcülere karşı kaleyi müdafaa ederlerken kalenin kapısında şehit düşmüşlerdir. Yahutta bir başka rivayete göre Harezmilerin Selçukilere mağlup olmalarından sonra burada kalan ve Büyük Alâeddin'in emrine giren askerlerdir, sonra Moğolların işgalinde kaleyi müdafaa ederek şehit olmuşlardır. Bir rivayete görede Hazreti Peygamber, Abiza Hazretlerini (Çifte Minareler karşısında meftun) Erzurum'u kurtarsın diye yollamıştır. Abiza Hazretleri ile birlikte Erzurum'a gelen Kırk Eren kaleyi kurtarırken şehit olmuşlardır. Hangi rivayet doğru olursa olsun önemli değil, ama şurası kesinki Onların şehit oldukları yer kalenin eski kapısıdır ve onların şehadetinden sonra o kapı kapatılarak şehitliğe dönüştürülmüş, kaleye şu anda girip çıkılan kapı açılmıştır. Ruhları şadolsun!

GÜMRÜK CAMİİ:

Emin Kurbi Mahallesinin girişinde, Köseömer Ağa Mahallesinin arkasındadır. 1717 yılında Hacı Bektaşoğlu Hacı Derviş İbrahim tarafından yaptırılmıştır. Cami tek kubbeli olup son cemaat yeri dört silindirik taş sütun üzerinde üç kubbeden oluşmaktadır. Cami tamamen düzgün kesme taştan yapılmıştır. Kubbe dıştan sekizgen bir kasnak üzerine oturtulmuşken, içten dört köşede yeralan tromplar üzerine oturtulmuştur. Tromplar ve kubbe tuğladan inşa edilmiştir. Caminin minaresi kuzeybatı köşesinde yer almaktadır. Minare tamamen kesme taştan inşa edilmiş olmasına rağmen sonradan ucunun yıkılması sonucu geçirdiği tamirlerde üst kısım tuğladan yeniden örülmüştür. Cami bir çok kez tamir görmüştür. Kıble ve yan taraflarındaki ana yapıdan farklı görüntüler bunu isbatlamaktadır. Gümrük Camii Erzurum'daki bir çok cami gibi savaşta yaralıların bakıldığı, tedavi gördüğü mahal olarak kullanılmıştır.

TAŞ CAMİİ:

Eskiden Gavurboğan Mahallesinde yer alan yapı bugün Emirşeyh Mahallesi sınırları içerisindedir. Tarihi Palandöken İlkokulu karşısında yer alır. Mabedin bir adı ise Hasani-Basri Taş Camiidir. Karakullukcu adıylada bilinen mabet H.1323 yılında yapılmıştır. Caminin etrafındaki eski binalar bugün yıkılarak çevresi açılmıştır. Caminin mimari yapısında dikkatimizi kullanılan farklı taşlar çekmektedir. Duvarların bir bölümü kırma taş bir bölümü ise kesme taştan yapılmıştır. Daha önce caminin bulunduğu yerde Karakulukcu Ömer Ağa'nın yaptırdığı harap cami yıkılarak, Cumazade Mehmet Efendi tarafından yeniden yaptırılmıştır. Caminin minaresi sağ tarafında olup tuğladandır. Caminin kitabesinda şunlar okunmaktadır.İlla La İlla La İlla La İnnes Salate Kanet Alel Müminine Kitaben Mevkuta Müzeyyen Bir Bina Kıldı Duası Müstecap olsun İbadetle Müzeyyendir Mesacid uzur ile olalım Hakka Sacid.

Milli Mücadelede Erzurum


Atatürk Araştırma Merkezi Yayınlarından olan ve Doç.Dr.Haluk Selvi'nin "1918-1923 MİLLİ MÜCADELE'DE ERZURUM" adlı Eserinden.

Eserin amacı Milli Mücadele süresince hareketliliği son derece yüksek olan Erzurum'un İstiklal Mücadelesindeki yerini ve önemini ortaya koymaktır. Bugüne kadar "Milli Mücadelede Erzurum" konusu bir bütün olarak işlenmemiş olup, çeşitli konular ele alınıp araştırılmıştır ve bu konular arasında kopukluklar bulunmaktadır. Özellikle orijinal belgelere dayanılarak bu sahadaki eksiklik giderilmeye, elden geldiği kadar konu bir bütün olarak tamamlanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın kaynakları arasında Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi, Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Cumhurbaşkanlığı Arşivinden alınan belgeler önemli yer tutmaktadır. Milli Mücadele döneminde Erzurum'da çıkan Albayrak Gazetesinin mevcut nüshaları bu konuya vazgeçilmez bir kaynak olmuştur. Ayrıca İstanbul ve Anadolu Basını'da taranmıştır. Milli Mücadele dönemine ait hatıralarda çalışmamızın önemli unsurları haline gelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün "Büyük Nutku", Kazım Karabekir Paşa'nın "İstiklal Harbimiz'i" Cevat Dursunoğlu'nun "Milli Mücadele'de Erzurum" u, Süleyman Necati Güneri'nin "Hatıralar"ı, Vali Hamit Kapancıoğlu'nun "Defter-i Hatırat"ı, Rawlinson'un "Adventures In The Near East"u bu çalışmada faydalanılan önemli hatıralardır.

Giriş kısmında Erzurum'un tarihçesine yer verildi.

Birinci Bölüm, Erzurum'un rus işgalinden kurtarılmasından Erzurum Kongresi'ne kadar geçen dönemde şehrin durumunu ve gelişen olayları ihtiva etmektedir.

İkinci bölümde Erzurum Kongresinden Sivas Kongresi'ne kadar geçen dönem ele alınmıştır ki bu dönemde Mustafa Kemal Paşa Erzurum'dadır ve Milli Mücadele'nin temellerini burada atacaktır.

Üçüncü bölümde Sivas Kongresinden TBMM sinin açılmasına kadar geçen ara dönemde Erzurum'da geçen olaylar ele alınmıştır.

Dördüncü bölümde 1 nci TBMM döneminde Erzurum'da geçen olaylar ile Şark Harekâtı ve Bolşevizm'in şehirdeki etkileri ele almıştır.

ERZURUM'UN TARİHÇESİ:
Erzurum,çok önemli yolların düğüm noktasında bulunması ve konumunun müdafaaya elverişli olması sebebiyle, tarih boyunca, askeri ve ticari önemi ön planda olmak üzere Anadolu'nun önde gelen şehirlerinden biri olmuştur. Kafkasya ve İran'dan gelen büyük yolların Anadolu'ya açılan tek kapısını teşkil edip, ilk ve orta çağlarda doğudan Anadolu'ya girmek teşebbüsünde bulunan istila ordularına karşı Anadolu savunmasının kaderini tayin eden başlıca kale olduğundan büyük bir önem kazanmıştır.

Erzurum Şehri, kendi adını taşıyan ovanın güneydoğusunda, Palandöken Dağının dibine yaslanmıştır. Erzurum hem ovanın en büyük şehridir, hemde Doğu Anadolu'nun en büyük pazarıdır. Her şeyden önce bir geçit yeridir ve bu rolü hepsinden üstündür.İlk yüksek medeniyetlerin beşiği olan Mezopotamya'ya hayat veren Dicle ve Fırat'ın önemli kollarının Doğu Anadolu'da, Güney Kafkasyayı sulayan Aras ve Kura kaynaklarının Kuzeydoğu Anadolu'da oluşu Erzurum-Kars bölgesinin bir taraftan Ön Asya Kültür Çevresi'ne, diğer taraftan Karadeniz ve Hazar Denizlerine yakın oluşu ise Orta Asya ve Atlı Halklar (İskitler ve Türkler) kültür çevresine girmesini sağlamıştır.

Erzurum'un ilk bilinen halkı Urartular olup, bunu Hititler, Ermeniler, Medler, Persler, Partlar, Sasaniler, Bizanslılar ve Türkler takip etmişlerdir. Erzurum'un kaynaklarda ilk isimleri Karintis, Karin, Korana, Karnoi, Kalghak ve Karnoi Kağak olarak geçmektedir. Romalılar 415-422 yıllarında doğudan gelen İran saldırılarına karşı burasını güçlendirmişler ve İmparator II Theodosius'un adına izafeten Theodosiopolis adını vermişlerdir. Ovadaki Erzen (Karaz) şehri 1049 yılında Selçuklu Türkleri tarafından ele geçirilince buranın halkı Theodosiopolis şehrine sığınmışlar ve bu tarihten itibaren, bilhassa Türk idaresine geçmesinden sonra Erzen, Erzen-i Rum, daha sonrada Erzurum diye adlandırılmıştır.

Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim, 1514 yılında Safevi Hükümdarı Şah İsmaili Çaldıran'da mağlup ettikten sonra, Erzurum önlerine kadar gelmiş, fakat Osmanlılar Erzurum'a Tam manasıyla 1518 yılından sonra hakim olabilmişlerdir.

Osmanlı Devleti, rus saldırılarına karşı koymak için 1867-1874 yılları arasında Erzurum'da istihkam ve tabya inşa etti. Erzurum şehrini koruyan önemli tabyalar genelde doğuda ve geçitlere hakim noktalara kuruldu. Bunlar Ahali/Toprak, Aziziye, Mecidiye, Sütnişan/Hamidiye, Sivişli, Çobandede, Dolangez, Toy, Ağzıaçık, Toparlak, Uzun Ahmet, Tafta/Şahap Paşa ve Kargöbek tabyalarıdır. Erzurum kalesinin harap ve yeterli olmayışı sebebi ile şehrin çevresi toprak tabya ve istihkamlarla çevrildi. Şehir kaleye döndürüldü Osmanlı Devlet'inin önemli bir bölgesinde bulunan Erzurum, İkinci Meşrutiyet'in ilanında da önemli bir rol oynamıştı.

1906 yılında Erzurumluların yeni konulan şahsi vergi ve hayvanat resmî yüzünden Sultan Abdülhamit İdaresine karşı gelmeleri, Meşrutiyet'in ilan teşebbüslerinin de başlangıcı sayılabilir. 23 Temmuz 1908 de II Meşrutiyetin ilanı ile Erzurum'da da karışıklıklar yaşandı. "Padişah" ve "Meşrutiyetci" ler diye ahali ikiye bölündü. Bu nedenle Erzurum'da her türlü toplantı ve gösteriler yasaklandı. Erzurum Valisi Yusuf Paşa bu nedenle 25 Nisan 1909 da İstanbul'da idam edildi.

Birinci Dünya Savaş'ında Erzurum, daha başlangıcından itibaren rus ordularının en önemli hedefi oldu.Sarıkamış mağlubiyetinden sonra 16 Şubat 1916 da ruslar Erzurum'a girdiler. Kalenin düşmesi, Doğu Cephesindeki savaşlarda, Türkler için en ağır darbe oldu. Halk Ruslarla birlikte gelen ermenilerin katliamından kurtulmak için ordu ile birlikte Anadolu içlerine çekilmeye başladı. Yaklaşık iki yıl rus işgali altında kalan Erzurum, 12 Mart 1918 de kurtarıldığı tarihe kadar çok kötü günler yaşadı.

1 NCİ BÖLÜM:(Kurtuluştan Kongreye Erzurum)

Erzurum şehri, 12 Mart 1918 de işgalden kurtarıldıktan sonra harap bir durumda idi rus işgali ve peşinden ermenilerin şehirdeki tahribatı halkı göçe zorlanmış, nüfus onbinden üç-dört bine kadar inmişti. Şehirdeki en büyük problemler meskensizlik ve açlıktı. Şehrin kurtarılması sırasında I.Kafkas Kolordusu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa sefaleti önleyebilmek için çeşitli tedbirler almış, burada bulunan ambarların zarar görmemesi için büyük çaba harcamıştı. Doğu Cephesinde çekilen bu sıkıntı Osmanlı Devletinin içerisinde bulunduğu genel durumun bir göstergesiydi.

Uzun süren harp, halkı her bakımdan perişan etmişti. Erzurum ermeni zulmünden kurtarılmış ve biraz olsun nefes almıştı. Fakat şimdi doğuya, Sarıkamış ve Kars üzerine bir hareket başlatılacaktı ve bu hareketin üssü Erzurum olarak tespit edilmişti. Erzurum kendisi işgal acısını yaşadığından, kardeşlerini bu acıdan kurtarmak için elinden geleni yapacaktı.

Erzurum'un kurtarıldığını duyan muhacir halk geri dönmeye başlamıştı, fakat kimse eski hanelerini bulamamıştı. Ambarlar bomboştu, yiyecek yoktu, köylerde ekilip biçilecek mahsulde yoktu. Bu nedenle Dahiliye Nezareti bu durumun önüne geçebilmek için vilayetleri uyararak, Erzurum Vilayet mültecilerinin yiyecek ve iskan müsaitsizliğinden dolayı dönmelerine müsaade edilmemesini istemişti. Buna rağmen şehir aşırı göç yüzünden köyleşmiş, ölümden kurtulanlar ve göç edenler eski evlerinin harabelerinde birer ikişer oda tamir ederek içine sığınmışlardı.

Dokuzuncu Ordu Karagâhında bulunan Teftiş Heyeti 22 Mart 1918'de Dahiliye Nezaret'ine gönderdiği rapor'da, ermeniler'in Erzurum'u tamamen tahrip ettiğini, çekilirken 2500 den fazla insanı katlettiklerini, köylerin yok edildiğini katliamdan sonra hükumet işlerini yürütecek memurun dahi kalmadığını, halkın açlık içerisinde bulunduğunu anlatır. Olağanüstü şartlar altında Dahiliye Nezareti çeşitli önlemler almış ve teftiş heyetine gönderdiği talimatta, idari işlerde orduya gereken yardımın yapılmasını, mülki idareciler atanıncaya kadar gerekenin ordu tarafından yapılacağı bildirilmişti. Kayseri Mutasarrıfı Münir Bey Erzurum'a Vali olarak tayin edilmişti. Haziran ayı başında göreve başlayan Münir Bey İlk olarak vilayet işlerini düzene koymuş ve imar işlerine girişmişti. 

30 Ekim 1918 de Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla bölgede yeni bir durum ortaya çıkmış, Mütarekenin 7. ve 24. maddeleri Erzurum halkını büyük bir telaş ve kuşkuya sevk etmiştir. Bu maddeler Vilâyât-ı Şarkiyye'yi adeta ermenilere peşkeş çekiyordu. Açlık ve sefalet içerisinde bulunan halk için yeni bir mücadele dönemi başlıyordu. Buraların ermenilere verilmemesi için her şey yapılacaktı.

ERZURUM'DA İLK MİLLİ TEŞKİLATLANMA:

1- İstihlâsı Vatan Cemiyeti:
Erzurum'da ilk milli teşkilatlanma daha Mondros Mütarekesi imzalanmadan, Birinci Dünya Savaşının son aylarında başlamıştır. İttihat ve Terakki Fırkası Merkez-i Umûmisi, savaşın son aylarında durumun hiç de iyiye doğru gitmediğini anlamış ve Anadolu'da çeşitli vilayetlerde, her ihtimale karşı gizli teşkilat yapılanması yönünde çalışmalarda bulunmuştur. Erzurum ve Trabzon şehirleri Anadolu'ya geçen ittihatçılar için önemli merkezler olmuştur. Doğuda teşkilatlanma yönünde ilk hareket, rus işgalinden yeni kurtulmuş olan Elviye-i Selâse (Kars, Ardahan, Batum) da başlamıştı.

Mondros Mütarekesi gereğince doğudaki Türk Ordularının 1914 sınırı gerisine çekilmelerinin kabulü üzerine, sahipsiz ve sınır dışı kalan bölgenin Türk Halkı elindeki silahlarla milli kuvvetler teşkil etmiş, şehir ve kasabalarda "Milli Şûrâlar kurmuşlardı. Savaşın son aylarında Konya'da İttihat ve Terakki Okulları Müdürlüğünde bulunan Süleyman Necati Bey Erzurum'da kurulan Sultaninin başına geçmesi talebini içeren mektubu alınca bu teklifi kabul ederek, Erzurum'a giderek teşkilattaki yerini almıştır. Süleyman Necati Bey'in Erzurum'a geldiği günlerde Mondros Mütarekesi yeni imzalanmış ve bu mütarekenin 24. Maddesi Erzurum'un önde gelenlerince oraların ermenilere verileceği şeklinde değerlendirilmiştir.

Süleyman Necati Bey, Hastane Baştabibi Doktor Fuat Sabit, 3 nci Fırka Kumandanı Halid ve İsmail Hakkı Beylerle birlikte cemiyeti kurmaya karar verirler. Vali Münir Beye başvurularak, yardım isterler ancak Süleyman Necati Beyin ittihatçı olarak tanınıyor olması nedeni ile kuşku ile karşılanırlar ancak uzun uğraşlar sonunda cemiyeti kurmayı başarırlar.

2- Albayrak Gazetesi:
Albayrak Gazetesi ilk defa 14 Mart 1913 tarihinde Erzurum'da İttihat ve Terakki Fırkası tarafından yayınlanmaya başlamıştı. Erzurum Hükumet Konağı civarında Milli Kütüphane'den idare edilen gazete haftada a bazen bir bazende iki defa çıkarılmakta idi. Mütareke günlerinde Erzurum şehrinin hem fiziki hemde sosyal durumu çok kötüydü. Şehir bir harabeye dönmüş, halk perişan ve sefil bir hale düşmüştü. Bu şartlar altında bir gazete çıkarmak çok zordu. Ne bir matbaa makinesi nede gerekli harfler vardı.

Okul ve gazete için Erzurum'a gelen Süleyman Necati Bey, rusların Hınıs'ta bıraktıkları bir makineyi, Özel İdare'den satın aldı ve Taş Mağazalar karşısında Albayrak Mektebinin çatı katına yerleştirdi. Makinede ve harflerde değişiklik yaparak baskıyı sağladı. Kağıt sıkıntısı neden ile gazete yalnızca iki sayfa olarak çıkarılabiliyordu. Albayrak Gazetesi Türkçü duygu ve düşünceleri kabartacak şekilde yayın yaptı. Sadece Erzurum'un değil bütün bölgenin hakları için mücadele etti.

Her nüshasında " Vilâyât-ı Şarkiyye ermenistan olamaz" diye manşet attı. Bölgedeki ermeni zulmünü dile getirirken işgale uğrayan İzmir, Adana, Urfa, Maraş ve Antep'in dertlerine ortak oldu. İstanbul Matbuatının işgalcilere yandaş yayınlarına ta Erzurum'dan cevaplar verdi, Padişah'a ve İstanbul Hükumet'ine açık mektuplar yayınladı. Erzurum'da meydana gelen bir çok milliyetçi ayaklanmalara önayak olarak halkı yönlendirdi.

KONGRE ÖNCESİ ÖNEMLİ HADİSELER

Mondros Mütarekesinin 5. maddesinde asayiş için gerekli olan askerden fazlasının terhisi, 20.maddeninde silahların toplanarak kontrol altına alınması gerektiğini belirtiyordu. İngilizler özellikle bu maddelerin uygulanıp uygulanmadığının kontrolü için çeşitli illere kontrol subayları yerleştirdiler. Doğu Anadolu'yada ermenilere özel ilgi duyduklarından Lord Curzon'un yeğeni Albay Alfred Rawlinson'u gönderdiler.

Görevi mütarekeye aykırı bir şey olup olmadığını denetlemek idi ancak albay bağımsız bir ermenistan kurulması ve ordumuzun teslim ettiği silahların ermenilere aktarılması işini asıl görev olarak öngörüyordu. İngiliz gururu ile dolu olan Rawlinson 22 Nisan 1919 tarihinde on kadar İngiliz askeri ile Erzurum'a geldi ve geldiğinin ertesi günü Vali Münir Bey ve Kolordu Kumandan Vekili Albay Rüştü Bey ile görüştü. Onlara Sultan'ın emrini göstererek depolarda teftişlere başladı.

Kazım Karabekir Paşa'nın Kolordu Kumandanlığına atanarak Erzurum'a gelmesi Rawlinson'un hakimane tutumunu bozmuş ve bölgede hakimiyet kuramayacağını anlayınca merkezden yardım istemişti.

Mütareke gereği toplanan fazla silahların Tiflis'e gönderilmesini isteyen ingilizler silahların ermenilerin eline geçmesini hedefliyorlardı. Erzurum halkının baskısı ve Kazım Karabekir Paşanın dirayeti ile Rawlinson silahsızlanma meselesinde başarı elde edememişti.

Kazım Karabekir Paşa 3.Ordu 1.Kafkas Kolordusu Kumandanı olarak Mütarekeden önce 1918 baharında Erzurum, Erzincan ve Kars sancaklarının kurtarılmasında birinci derecede rol oynamıştı. Büyük ermenistan'ın kurulmasına karşı mücadele etmek için Erzurum'a tayinini istiyor ve bölge halkının kendisine gönülden bağlı olduğunu bildiğinden de ısrar ediyordu.

Kazım Karabekir Paşa'nın Kolordu Komutanı olarak tayini onu yakından tanıyan Erzurum Halkı için ümit verici bir olaydı. Erzurum bu kötü günlerden kurtulmak için aradığı başı bulmuştu.
Anadolu'nun hiçbir yerinde I. Dünya Savaşının dehşeti Erzurum'daki kadar görülmemiştir. Harp, göç, katliamlar, tifüs gibi çeşitli felaketler her şeyi yok etmişti.

30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla bölgede yeni bir durum ortaya çıkmış, mütarekenin 7 ve 24. maddeleri Erzurum halkını büyük bir telaş ve kuşkuya sevk etmiştir. Bu maddeler Vilayet-İ Şarkıye' yi adeta Ermenilere peşkeş çekiyordu. Doğu Anadolu'da Ermenilerin büyük Haycsdan (Ermenistan) idealleri karşısında Erzurum insanı kendi üzerine düşen milli görevi yerine getirerek, 10 Mart 1919'da Vilayet-i Şarkıye-i Müdataa-i Hukuk-u milliye Cemiyetinin bir şubesini Erzurum' da açtı.

MUSTAFA KEMAL PAŞA ERZURUM'DA

İstanbul Hükumeti, İtilaf Devletlerinin baskıları sonucu, Anadolu'da asayişi sağlamak amacıyla ordu müfettişlikleri teşkil etli. Bu tasarı gereğince. Doğu Anadolu' da ki 9. Ordu Müfettişliğine Mustafa Kemal Paşa tayin edildi. Mustafa Kemal Paşa' ya verilen talimata göre, Trabzon, Erzurum, Sivas, Van Vilayetleriyle Erzincan ve Canik müstakil livalarına gereken emirleri verebileceklerdir.

Mustafa Kemal Paşa' ya verilen bu geniş talimattan da anlaşılacağı üzere, O' nun görevi yalnızca Samsun ve havalisindeki asayişsizliğe son vermenin ötesinde idi. Anadolu' ya ayak basar basmaz yapmaya başladığı işlerde bunu ortaya koymaktadır.

Mustafa Kemal Paşa 3 Temmuz 1919'da Erzurum'a geldi, ilk karşılama merasimi Erzurum'un batısında on yedi kilometre uzaklıktaki Ilıca' da yapıldı. Mustafa Kemal Paşa Erzurum'a gelişinin ertesi günü 4 Temmuz'da Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini ziyaret etti. Mustafa Kemal Paşa, 5 Temmuz 1919'da yakın arkadaşları ile bir toplantı yaptı. Toplantıya Karabekir Paşa, Rauf Bey, Eski Vali Münir Süreyya, Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Kazım Beyler katılmışlardı. Toplantıda bulunanlar, Mustafa Kemal Paşa' ya sonuna kadar yardım edeceklerine, onu lider olarak kabul ettiklerine dair söz verdiler.

ERZURUM KONGRESİ (23 TEMMUZ - 7 AĞUSTOS 1919)

Erzurum Kongresi, I. Dünya Savaşının uğursuzluğunu acımasız maddeleri ile tamamlayan Mondros Mütarekesinin (30 Ekim 1918) uygulanmaya başlandığı tarihlere rastlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğunun imzalamak zorunda kaldığı mütarekenin 24. Maddesi: Vilâyat-ı Sittede karışıklık çıktığı takdirde, bu vilâyetlerin herhangi bir kısmının işgal hakkını İtilâf Devletleri muhafaza ederler şeklinde düzenlenmişti.

Söz konusu vilayetler: Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas vilayetleridir ve mütareke belgesinin İngilizce olan metninde bu vilayetler Ermeni Vilayetleri olarak ifade edilmiştir. Bu durum, öteden beri varlığı hissedilen Ermeni tehlikesini tekrar gündeme getirmiş ve meseleye yönelik duyarlılık ilk olarak kendini, İstanbul'da, Vilâyat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetinin kurulmasıyla göstermiştir.(Aralık 1918) Daha sonra Mart 1919 da Erzurum'da bu cemiyetin bir şubesinin açılmasıyla beraber bölgedeki teşkilatlanmanın öncülüğü yapılmış, bundan sonra Erzurum, Milli Mücadelenin temellerinin atıldığı önemli merkezlerden biri haline gelmiştir.

Şehrin Ermenilere verileceği söylentileri bir panik havası yaratmış, bu ortamda halk cemiyete sıkı sıkıya bağlanıp bölgenin ve vatanın kurtuluşu için çare yolları aramaya başlamıştır. Bu süreç içerisinde toplanan Erzurum Kongresi, savaşlar, antlaşmalar ve mücadelelerle uzayıp gelen tarih zincirinin önemli bir halkasını oluşturmuştur. Kongrenin ilk günü yapılan oylama ile Mustafa Kemal Paşa, Kongre başkanı seçilmiştir.

23 Temmuzda başlayıp, 7 Ağustosa kadar süren kongrede alınan kararlar şu şekilde özetlenebilir:

1- Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür ayrılık kabul edilemez;
2- İşgal ve müdahaleler sonucu Osmanlı Devletinin dağılması halinde millet tek vücut olarak yurdunu savunacaktır;
3- Vatanın bağımsızlığını korumaya İstanbul Hükumetinin gücü yetmediği takdirde, geçici bir hükumet kurulacaktır.
4- Bu hükumet milli kongre tarafından seçilecektir;
5- Kongre toplantıda değilse bunu Heyet-i Temsiliye üstlenecektir; 6- Kuvâ-yı Miliyeyi etken ve milli iradeyi hakim kılmak esastır;
7- Hristiyan azınlıklara siyasî hakimiyet ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez;
8- Manda ve himaye kabul edilemez;

Milli Meclisin hemen toplanmasını ve hükumet işlerinin meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktı

GALALI TEYO'DAN FIKRALAR


YAN FİTES:

Teyo pehlivan ihtilal dönneminde başından geçen bir olayı kahvede anlatır,

-" Ula, Ankara’da Kızılay’da ferrarimle dolaşiram aha birden önüme solcular çıhti, tam geri fitese taktım gaçacam bahdım sağcılarda arhadan gelir.”

Dinleyenler sorar:

-"Teyo emi peki sen neyetdın "

Cevap hazır:

-“Gardaş bahtım olacağı yok, yan fitese tahdığım çimi yan yan elemi gaçiram.”



KLAY:

Teyo'nun şöhreti Amerika'ya ulaşıp, gazeteler, televizyonlar hep ondan bahsetmeye başlayınca Clay ona meydan okur. Lafın kısası Teyo ile birlikte ringe çıkarlar.

- “Kılay, gara bir cırbağa. Dutiram dutiram yere çaliram. Aha ele oldu çi, dermansız dizlerime gapandi. He“

- “Pehlüvan ben ettim sen etme, canimi bağışla.”

Dedim ki;

- "Ya kelmeyi şahadet cetirisen ya canın aliram!" O sahat müslüman oldi.


GARGALAR:


Teyo Pehlivana sorarlar, amaç Teyo Pehlivana takılmak.

- “Teyo bahasan bu Gargalar niye bele gara?”

Teyo Pehlivan'ın cevabı dünden hazır.:

- “Güneşe yakın uçduhlari üçün.”



TEYO İLE AYI:

Teyo Pehlivan kahvehanede oturmuş, Zafer Pehlivanın da kahvede olduğundan habersiz böbürlenerek anlatmaktadır.

-“Ola gardaş bir gün dağda cezirem, tamda böyük bir kayanın dibinde garşıma bir ayi çıhmasın!
Ayı benim çibi üç var, ama heç isdifimi bozmadım. Ola Teyo dedim cendi cendime bir ayıdan mi gorhacağsan. Başladık ayiyinan cüleşmiye. O beni alir yere vurir, sonra ben oni yerden yere vuriram, ne ayi pes edir, ne de ben pes diyirem. Aradan içi cün ceçti, hele daha birbirimizin
sırtını yere deydirmiş deyilih."

Herkes işin sonunu merakla beklerken Zafer Pehlivan sert bir şekilde çıkışır.

-"Ola Teyo, sora ne oldu?"

Zaferi gören Teyo lafı dolaştırır, ne dediğini, nerede kaldığını unutur ve noktayı koyar:

-"Nevolacah vıyh, ayı beni yendi!”


BUZ:


Hasankale’de her yıl Temmuz ayında Karakucak güreşleri yapılır. Teyo’ya güreşçilerden birisi yaklaşarak:

- “Pehlivan senin güreşeceğin adamla ben de güreşeceğim. Onu biraz yor, der.”

Teyo:

- “Sen merak etme,” der ve “

Teyo rakibi ile güreşe başlar. Ama güreş başlar başlamaz rakibi Teyo’yu kaldırdığı gibi yere vurur. Biraz önce Teyo’yu uyaran güreşçi Teyo’ya:

- “Pehlivan ne oldi, çabuh pes etdin. “

- “Ne edim oğlum, ayağım buza celdi gaydım.” Der.


İT BALIKLARI;


-“Ağa beni Emerika'ya Kılay'nan cüleşmiye çağırdılar. Haman Keveng'in gölüne bir dumdum Ağdenizden çıhdım. İki gulaçda Cebelitarığı ceçdim. Ohyanusda yüzirem bir bahdım arhamdan "hav hav" sesleri... Bir de ne dönim ağa, it balıhlari! Beni epeyce guvaladılar, bahdım yoriliram, döndüm ve yaradana sığındım bir bağırarah oooooşşt dedim, hepsi savuşdular.”


GÖZİ:


Teyo Kore Harbindedir. Kurşunlar havada vızır vızır ederken:

-"Hele bahim nevolir?" der ve başını siperden çıkarır.

Çıkarır çıkarmaz da bir kurşun kulağının dibinden "vız" diye geçer. Teyo sinirlenir:

- “İtoğluitler! Vula demillerçi atirih ama ya deger herıfın cözi kor olursa.”


BİRDE VAPUR:

Birgün gahvede oturiram,telefon çaldi.

-"Pehlivan seni isdiller diye seslendiler. Gahdım bahdım, ariyan bizim Kars Valisi, Pehlivan Sarıkamış’da denize bir cip düştü! Biz uğraştık ama çıkaramadık. Buradakiler de bu cipi denizden çıkarsa Hasankale’li Teyo Pehlivan çıkarır dediler. Allahını seversen gel bize yardım et diye yalvardi. Bunun üzerine gahdım bindim ata. Cettim Sarigamış’a. Atladım denize, suya bir dumdum, cip suyun dibinde. Bir goluma cipi tahdım, öteki golumunan da gulaç atmaya başladım ve cipi sudan çığartdım. Ama gardaş cip bene çok ağır geldi. Tikkatli bahdım ne cörim. Megerse cipe bir de vapur tahılmış.


DİREKLER:

Kurtuluş Savaşı yılları.. Doğu cephesi ile telefon görüşmesi birden kesilir. Arıza ekibi Erzurum'dan yola çıkar kontrol ede ede Teyo'nun tarlasına bir gelirler ki yüz elli telefon direği yerde, Teyo hışımla ekin biçiyor.

- “Pehlİvan kolay gelsin de.. Direkler?”

- “Ola oğul cepheye gidecağam dedim ambu tarlayi da biçim ele gidim. Ferginde degilem demah tırpana denk gelmiş!”


YA BİZİM EVLER:


İsmet Paşa ile Çörçil poker oynamaktadır. Seyircileri de Teyo Pehlivan! İsmet Paşa elindeki kartlara güvenerek:

- “Türkiye’ye”, dedi

Teyo hemen atıldı:

-" Paşa neyidirsen?.. Ya Erzürüm.. Ya Hasangalasi?.. Ya bizim evler?"

Paşa utandi oynamahdan vaz geçti.



DEMİ MOORE ÖPÜŞÜMDEN TANIRMIŞ :

Teyo Pehlivan anlatıyor: ”Bir cün Hasangaladan belediye otobüsüyyle ABD’ye cidirem. Bir baktım yolda Demi Moore’un arabasının teçeri patlamış. Neyse gardaş, yendım aşaği, bir dekke sürmedi lastici tamir ettim. Bunun üzerine Demi, beni yemeğe davet etti. Bende kıramadım cittim. Demi teşeccür için beni yanağımdan öptü. Bende onu yanaklarından öptüm. Demi, bir daha öper misen, dedi. Neyse bende bir daha öptüm.Demi bana, sen Doğulusun bir daha öp bakayım; bende öptüm. İcinci çez öptüğümde Demi,seni tanır gibiyim,Erzurumlu’sun. Üçüncü öpüşümde Demi bu kez ,Vallahi ben seni tanıdım,
Sen Hasankaleli Teyo Pehlivansın,” dedi. ”Vallahi bende şaşırdım. Demi beni üç kez öpüşte tanıdı."


RIDVANDAN TELEFON:


Teyo pehlivan, kahvehanede otururken kahvehanenin telefonu çalar. Telefon maksatlıdır ve arayan Teyo’yu işletmek ister, Telefonu açan kahvehane sahibi seslenir:

-“Pehlivan Fenerbahçeli Rıdvan arıyor, seninle görüşmek istiyor.”

Teyo Pehlivan hiç yer mi? Umursamaz bir edayla;

-“De Rıdvan’a Pehlüvan hesde yerinden galkamaz, daha sonra arasın, ya da gendi buraya gelsin.”


HOSTESLERİ DÜŞÜNMÜŞ:

Hasankale’de koyu bir sohbet var. Teyo Pehlivan da masada. O sıralarda bir iş için uçakla Ankara’ya gidecek olan biri Teyo Pehlivan’a takılarak :

- “Pehlivan gel seni de uçakla götüreyim.”

Teyo alaycı bir ifadeyle cevap verir:

- “ Oğlum, sen daha anan garnındayken ben teyyareynen cezirdim, bah bir çeresinde cine teyyareye binmişem ele elimi de camdan çıkarmışam, bir bahtımki bitene gartal, hemen elimi uzattım, yakaladım aldım gartalı içeri. Ola bi bahtım, hostesler nasıl cıvılir, nasıl cıvılir. Neyse bende gorkutmiyim zavallı gızları dedim ve bıraktım gartali, uçtu.”

NAİM HOCA'DAN FIKRALAR


DENİZ SANA GİRERSE:

Birgün Naim Hoca'ya sormuşlar; `denize girersek orucumuz bozulur mu?´ diye.

Naim Hoca şöyle cevap vermiş;


- Ula uşahlar, Remazanda siz denize girersez orucuz bozulmaz. Amma deniz size girerse orucuz bozilir. Ona göre...


UZATMA :


Erzurumspor yenilirse küme düşecek, berabere kalır ya da yenerse ligde kalacaktır. Hoca'dan dua etmesini isterler:

- “Hocam bi dua et de takım yensin, heç degilse berabere galsın.”

Hoca dua eder. Maçın 90 dakikası berabere biter ama Erzurumspor uzatmalarda bir gol yer ve küme düşer. Taraftarlar:

- “Ne biçim dua ettin" diye Hoca'ya çıkışırlar. Hoca:”

- “Ula uşah ben 90 dekke için dua ettim. Ne bülim gavat uzadacah!”.



GÜLÜN OĞLUM GÜLÜN:

Naim Hoca bir gün vaaz ederken cemaatta sürekli olarak söyledikleri hakkında gülüşmeler olunca dayanamaz

-"Gülün oğlum gülün, Berber Naim'den Hoca sizden de cemaat olursa daha çok gülersiz"


BEMIRATLARA YAHIŞİR:

Naim hoca bi gün cuma namazında vaaz veriyor konusu giyim. Hoca başlamış anlatmaya:

-"AAnnalarınıza, bacılarınıza, anlatın söleyin ,hepsi bilsin öle daracık etekler daracık pantolonlar giymek günahtır."

Diye giriş yapmış ve cemaate verip veriştiriyormuş. Cemaaten biri artık dayanamayıp hocaya cevap vermiş:

-"Hoca... Hoca geçenlerde senin yegeni gördüm çarşıda giymiş olduğu şeyler hiç de anlattığın gibi değildi" demiş.

Hoca bi duraklamış gecikmeden cevap vermiş;

-"Bemıratlarada yahışir ama"


HELE BİR CUMA GEÇSİN:


Naim Hocaya gelir bir adam."Hocam" der.

-"Benim babam Cuma günü öldü. Diyorlar ki Cuma günü ölene kabir azabı yoktur. Doğru mu?"

Naim hoca doğru olduğunu, ölenin kabir azabı çekmeyeceğini söyler. Adam devam eder:

-"Ama hocam, benim babam üçkağıtçının tekiydi. Milleti dolandırıp dururdu. İçki, kadın ne dersin hepsi vardı!"

Hoca şöyle der:

-"Doğrudur!Cuma günü kabir azabı olmaz ama hele bir Cumartesi olsun, onun anasından emdiği sütü burnundan fitil fitil getirirler"


BUYURUN CENAZE NAMAZINA:


Zamanın Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen Hoca Erzurum'a gelmişken okuduğu medreseyi de ziyaret etmek ister ve Şeyhler medresesine gider.O sıralarda da Naim Hoca hem Şeyhler Camiinde müezzinlik yapmaktadır hem de yanındaki
medresede talebe okutmaktadır. Uzun ağızlığına cıgarasını takmış, bir ayağını uzatmış, Hocanın verdiği selamı "elesine" almıştır.
Gelen başında biraz bekleyince:

-“Gurban adın bağışla,” der Naim Hoca.

Başında bekleyen:

-“Ömer Nasuhi”

Naim Hoca'da jeton düşer gibi olur.

-“Bülmeni de var mi?”

-“Evet. “

Naim Hoca yerinden fırlar ve Ömer Nasuhi Hocanın eline uzanırken:


-“Buyrun Cenaze Namazına” , der..


HELE BİR KÜFÜR ET:


Merhum birgün Erzurumsporun maçına gider, oynanan oyundan memnun değil fena halde canı sıkılır bir türlü maç istediği gibi gitmez tepki vermesi gerekiyor bağırır çağırır olmaz canı fena halde sıkılan hoca yanındaki kişiye döner bir hışımla:

-"Ola uşağ ne durirsen avu fitbolcilere bir söysene!

-"Yanındaki adam bir güzel küfür yağdırır.

Hoca bu sefer:

-"Eferim ola şimdi rahatladım, seni gidi seni başka zaman sakın bele küfür etme.”



SAFLAR VE DEFANS:

Naim Hoca, futbola ve Erzurumspor'a o kadar düşkündür ki, bazen camideki vazifesiyle stattaki vazifesini birbirine karıştırırmış. Öyle ki maç sırasında: ''Safları sıkı tutun'' der, camide de seyrek olan saflara ''Defansı sıkı tutun'' diye bağırdığına rastlanırdı.


HAKEME KÜFRET:

''Nami Hoca, fanatik taraftarı olduğu Erzurumspor maçını seyretmeye gider.
Naim Hoca'yı protokol tribününde farkeden seyirciler taşkınlık yapamazlar.
Ama, Hakem yanlış üstüne yanlış yapıp hatalı kararlar verince sinirlenen
Naim Hoca, yanındakini dirseğiyle uyarır ve der ki:

-''Mü'min, hakeme küfret! Mü'min, hakeme küfret!''



ELE HOŞ OLUR Kİ:

Naim Hoca Şehre gelen bütün Tiyatro oyunlarına gider, temsilleri protokol bölümünde izlerdi. Gelen üst düzey yöneticilere;

- “ Bah ben sizin temsilize geldim,siz de benim mekana gelin “ der onları Camiye davet ederdi.

-“ Hocam oyun nasıldı “ diye soranlara da

-“ Uşah ele hoş oliirkiii “ derdi.

NAMAZIN KAZASI OLUR DA :

Erzurumspor 1.Ligde olduğu zamanlarda, önemli bir maç var günlerden de
cuma günü ve maç saati ile namaz saati çakışıyor. Kendisi de maçta, soruyorlar
Naim hocaya;

-" Hocam cuma namazını kaçıryoruz"

Naim hoca ;

-" Namazın kazası (telafisi) olur ama böyle bir maçın kazası olmaz "


CEMAATTAN YARDIM:

Bir keresinde Erzurumlu Naim Hoca çıkmış vaaz kürsüsüne, başlamış guslün farzlarını anlatmaya. Farzlardan ikisi aklına gelir, üçüncüsü gelmezmiş. Naim Hoca Erzurum şivesiyle kürsüden cemaate sorar:

-"Söyleseniz ola Cemaat, öbürü neydi?"