20 Kasım 2010 Cumartesi

ÇOCUKKEN ERZURUM’DA BAYRAMLAR



Bayramdan iki gün önce (Şerefe Günü) bayram-lıklarımız hazır olurdu. Erzurum geleneğinde 6-7 yaşından itibaren erkek çocuklarına babaları ile birlikte takım elbise dikilirdi. Takım elbise yatağın yanında askı ile hemen duvarda asılı durur, sık, sık gidip gelinip  göz atılırdı. Bayramlık ayakkabılarda hemen ayni duvarın dibinde yer alırdı.

Arife günü kahvaltıdan sonra; ailede varsa dede, dede vefat etmişse baba ile birlikte kabristana gidilerek aile büyüklerinin kabirleri ziyaret edilir ve başlarında kuran okunur, dualar edilir ve  kabrin bakımı yapılırdı. Kabristandan dönüldüğü andan itibaren kalan koca gün tamamen çocuklara özel arafalık toplama eylemine aitti.

Ekonomik durumu hangi seviyede olursa olsun  arafalık veren içinde, toplayan içinde çok önemli; yemenin ve boğazın ötesinde bir seremoni idi.  Her evde titizlikle hazırlık yapılır, arafalıklar (kabuklu fındık, kabuklu ceviz, kabuklu fıstık  ve kağıtlı misafir şekerinden oluşurdu) sokak kapısına yakın bir yere konur ve kapıya gelerek tırhıç’ın önüne dikilen çocukların eşit ve adil bir şekilde uzattıkları torbalarına konulur, hiçbir  çocuk boş çevrilmezdi.

Bayram sabahı namaz öncesi evdeki herkes yataklardan kaldırılır, erkekler sabah ve ardından bayram namazı için camilere gönderilir evin hanımı ile kızları ise sabah namazlarını evde kılarak; ortalığın son rötuşlarını yapar, bayram yemeklerini ısıtır ve sofraları hazırlardı. Her  sokaktan mahalle camisine veya büyük camilere akın, akın kalabalıklar akardı. 


İlk okula başlayıncaya kadar bayram sabahlarında namaz için benim  yerim İbrahim Paşa Camiinde hemen minberin önündeki pencere içi idi. Dedem camiye girer girmez beni kaldırarak o pencerenin içerisine oturturdu. İlk okula başladığımda ise “artık büyüdüğüm” gerekçesi ile oraya çıkmayı reddettiğimi hatırlıyorum. 


Sabah namazı kılınır, bayram namazı saatine kadar vaaz dinlenirdi. Bayram namazı da kılındıktan sonra hemen alelacele göze çarpan tanıdıklarla selamlaşılır evin yolu tutulurdu. (Bayramlaşma işi cami ve önünde yapılmaz ev ziyaretlerine bırakılırdı.)

Namazdan tatlı bir telaşla eve gelinir ve ev halkı ile hiyerarşik düzen içerisinde bayramlaşma merasimi vuku bulur, ilk bayramlık harçlıklar aile büyüklerinden alınırdı. En sevdiğimiz harçlık gümüş elli kuruşluktu.  Bayramlaşmadan sonra herkes kurulu yer sofrasında kendisine özel yere otururdu. Sini nefes kesen manzara ve kokular sunardı bizlere. 


Kahvaltı yerine bayramların hemen, hemen her evde değişmeyen  mönüsü; yaprak dolması, pirinç pilavı, kuru fasulye, su böreği ve geysefe (sıcak tamas eriği kompostosu) afiyetle yenirdi.

Bayram yemeğinden sonra annelerimiz tarafından bayramlıklarımız itina ile giydirilir ve sıkı, sıkı kirletmememiz tembihlenirdi. Aile büyüklerimizden bağımsız olarak biz çocukların bayram ziyaretleri başlardı. İlk sırayı dolgun bayramlık verdiği hafızalara kazınmış olan komşu veya akraba alırdı. 


Yakın mesafelerdeki komşu ve akrabalara çocuklar olarak ailemizle beraber gitmezdik, bu ziyaretler yalnız yapılır ve büyüklerimiz tarafından da kime gidip gitmediğimiz konusunda sorgulanırdık. Sadece uzak mahallelerdeki akrabalar ailelerimizle birlikte ziyaret edilirdi. Aynen arafalıkta olduğu gibi büyükler bayramlık dağıtımında da bizleri sevindirmeye ve hoşnut etmeye özen gösterirlerdi. Fakir ve zengin herkesin çocuklara verecek bir şeyleri olurdu. Bayramda verilen bayram harçlıkları kesinlikle çarçur edilmez ve bizlerin bir eksiğini kapatır veya çok arzuladığımız bir şeyi almamızı sağlardı.

İşte şimdi olmayan bayramlar böyle bir şeydi.