23 Eylül 2014 Salı

YOLLARIN GİTMEDİĞİ YER


17. Pencere. Camın bir başından bir başına kayan zeytinlikler; eski, beyaz, kimisi akmayan çeşmeler, traktörler, sırtında çalı-çırpı taşıyan başları örtülü kadınlar; kimisi yaşlı. Bu bir film şeridi olmalıydı, hani o ölmeden önce insanın gözünün önünden geçenlerden. Düz, dümdüz üzüm bağları  geçiyordu, sonra zeytinlikler bir ara, sonra yine üzüm bağları. Damlarında pestiller asılı evler, bir kamyon “Babam Sağolsun!” başka bir tanesi; “Desinler…..!” bir başkası gelin kamyonu, elli kişi, bir damper dolusu düğün dernek.

Pencere hayata açılandı belki de. Sorumluluklardan kaçarken arkaya bakıştı, bir felsefeye giden yola bakıştı. Yolların gitmediği yerin felsefesi.

Yol Akdeniz yolu, besbelli güneye gidiyordu. Sıcak topraklara göç eden  düşüncelerinin, bedeni tarafından takip edilmeleri, kendisini bu yolda bulmasına neden olmuştu. Hımmm, daha güney, Anadolu’nun en güneyi olmalıydı. Göç eden düşünceler orada olmalıydı.

Sokaklarda uyuyan çocuklar görmüştü. Kimsesiz insanlar görmüştü. Kimliksiz martılar görmüştü. Umarsız yığınlar, çöplüklerde yaşayan insanlar görmüştü. Bir kentin alışılmış, belki de alışılmamış görüntüleri, yerini pencere ve onun getirdiklerine bırakmıştı.

Antalya garajı.

Meçhul yere gidilen yolun, başka bir kademesiydi Antalya Garajı. Susamları, kırmızı polyesterden sallanan masaya dökülen bir gevrek ve buna katık, acı, koyu Erzurum çayına benzemeyen bir çay; öğle yemeği olacaktı. Çuvallar taşıyan insanlar, gazete bayii, ayakkabı boyacıları, dilenciler, küçük çocuklar, bir şeyler satan insanlar ve yankılanan sesler “ Boyiyim mi abi?”, “Fakire bir sadaka!”, “Abi nane verim!”, “Abi sakız!” Bu otobüs garajının insan manzaralarıydı……

Gün henüz doğmadan, teknenin halatlarını çözdüler. İçlerinden birisi iteledi tekneyi, sonra onu da tekneye çektiler. Hep beraber ağ attılar. Hep beraber ağ çektiler. Teknede mangal yaktılar, biberli kuru fasulye pişirdiler. Sınırlı sularından içtiler, sert, odun ateşi kokan köy ekmeklerini böldüler, yemeklerine bandılar. Gülüştüler. Türküler söylediler.

Akşam üstü, güneş battıktan sonra, hava kararmadan barınağa girdiler. Pat, pat, pat, pat, pat…

Durgun denizde teknelerin sesi köyün beyaz evlerinin duvarlarında yankılandı. Onlar gelmeden eşleri  denizi gözlerlerdi, kimisinin gözü uzaklarda kalır, özlem dolu bakışlar kararan ufuklarda dolaşırdı.

Tutulan balıkları köye dağıtır, kediden, köpekten, martıdan kendisine kalanlarını üç dört gündür artırdığı galonluk su, köy fırınından çıkan taze akşam ekmeği, kendi yetiştirdiği domateslerle ve biberlerle yerdi teknede. Yemekten sonra tekne yeniden sabaha çıkılacak olan ava hazırlanırdı. Sabaha karşı biraz kitap okur, sonra da artık yatsam diye düşünürdü elbet……

Yeni bir pencere. Yeni bir akış geriye.

Antalya geride kaldı.

Felsefeye ulaşan yolun bitişi olmalıydı bu son pencere. Yolların gitmediği yerin felsefesi.


Yazan - Yunus Emre Püskülcü

14 Eylül 2014 Pazar

ARSLAN PAŞA MEDRESESİ OLTU

Arslan Paşa Medresesi, Osmanlı Mimarisinin Doğu Anadolu’daki en güzel  örneklerinden  birisidir.  1664 yılında cami ve hamam ile birlikte Arslan Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır.


Yok olmadan önce camiyi  “U“ biçiminde çevrelediği bilinen medreseden günümüze çok küçük bir kısım restore edilmek suretiyle kazandırılmıştır. 1704 yılından kalma kayıtlarda, ders yapılan 75 hücreden meydana geldiği rivayet edilmektedir.

ASLANPAŞA HAMAMI OLTU

Oltu Aslan Paşa Hamamı; 1664 yılında Aslan Paşa camisi ve Hanıyla birlikte, Mehmet Aslan Paşa tarafından yaptırılmıştır.

Aslan Paşa külliyesinin doğusunda yer alan hamam 1962 yılına kadar faal bir durumda iken bugün kullanılmamaktadır.

Hamam geçtiğimiz yıllarda aslına uygun olarak  restore edilerek günümüze gelmesi sağlanmıştır.

ZEYNEL CAMİİ

Ayazpaşa Mahallesinde, Kavaflar çarşısının başı ile Rüstem Paşa Bedesteninin altında yer alan Zeynel Camii; 1701 yılında Namıkzade Hacı Zeynelabidin Efendi tarafından yaptırılmıştır. 
Kesme taştan yapılmış ve tek kubbeli bu mükemmel eserin son cemaat yeri ise iki direk üzerine üç kubbe ile inşa edilmiştir.

Erzurum Müftüsü ve büyük şair Hazık Efendi tarafından yazılan kitabesinde şu manzum sözler yer almaktadır:

"Değildir devlet u para rikab-ı dehrile mağrur
Heman ancak duadır maksadı ala vü ednadan"

Bugünkü Türkçe ile:


"Para ve makam ile zamanın şöhretiyle perdelenmemiştir gözü Namıkzade Hacı Zeynelabidin Efendi'nin ve o mağrur olmamıştır. Bütün hayatının ve eserlerinin maksadı zengin olsun fakir olsun herkesin hayır duasını almaktır." 

Anlamını taşımaktadır.

M. FAHRETTİN KIRZIOĞLU (1917-2005)

Prof.Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu; Erzurum'da doğmamış Dadaşlarımızdandır. 10 Mart 1917 tarihinde Kars'ta doğdu. 1928 yılında İsmet Paşa İlkokulunu ve 1931’de Kars Ortaokulunu bitirdi. Kars’ta lise olmadığından yatılı öğrenci olarak Erzurum Lisesine gönderildi. Haziran 1934’te Erzurum Lisesinden mezun oldu. 1941 yılında   İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde okumaya başladı.

1946 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezun oldu. 1967’de doktor, 1975’te doçent, 1982’de profesör unvanını aldı. 

Prof.Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu; Türk Tarih Kurumu üyesi idi. Fransızca, İngilizce ve Farsça biliyordu. Özellikle Kars, Doğu Anadolu ve Kafkasya tarihi ile ilgili araştırmalar yaptı. 10 Şubat 2005 tarihinde Ankara’da vefat etti.

ESERLERİ:
Kars Yaylası / İstanbul 1946
Kars'ın Kurtuluşu Hatırası / Kars 1950
Kars Tarihi /İstanbul 1953
Dede Korkut Oğuznâmeleri, I. Kitap/ İstanbul 1952
1855 Kars Zaferi /İstanbul
Ziya Gökalp Müzesi /İstanbul 1956
Edebiyatımızda Kars,II.kitap / İstanbul 1958
Millî Mücâdelede Kars / Ankara 1960
Kürtler'in Kökü-I. Bölüm / Ankara 1963
Her Bakımdan Türk Olan Kürtler / Ankara 1964
Kürtler'in Türklüğü / Ankara 1968
Karapapaklar / Erzurum 1972
Kars İli ve Çevresinde Ermeni Mezâlimi (1918-1920) / Ankara 1970
Osmanlılar'ın Kafkas Ellerini Fethi(1451-1590) / Ankara 1976, 2 bsk. Ankara: TTK, 1993
Kâzım Karabekir / Ankara 1982.
Anı Şehri Tarihi (1018-1236) / Ankara 1982
Türk İnkılâp Tarihi Ders Notları / Erzurum 1977
Kıpçaklar: Yukarı-Kür ve Çoruk Boyları'nda / Ankara 1993
Bütünüyle Erzurum Kongresi (3 cilt bir arada) / Ankara 1993
Dağıstan-Aras-Dicle-Altay ve Türkistan Türk Boylarından Kürtler / Ankara 1984

AŞIK ÜMMANİ (İBRAHİM SARIKAYA) (1911-1986)

Aşık Ümmani; Oltu ilçesinin Çamlıbel (Ardos) nahiyesinde 1911 yılında doğdu. Asıl adı İbrahim Sarıkaya olan Ümmani okula gidemediği için köklü bir eğitim görmedi, askerden sonra Erzurum Belediyesinde işçi  kadrosunda çalışarak emekli oldu.

Emekli olduktan sonra hayatını kaybettiği 75  yaşına kadar, aşık kahvelerinde saz eşliğinde kendi şiirlerini veya diğer aşıkların sevilen deyişlerini okudu, Hasır Handa halk hikayeleri anlattı.

Aşağıdaki şiir Aşık Ümmani’ye aittir.

Mevla Diye Diye

Cahilem cuzi kemala
Erem Mevla diye diye
Dertliyem derdime derman
Sürem Mevla diye diye

Görsem fahri kainatı
Deyilem dünya inatı
Hemen dosta emaneti
Verem Mevla diye diye

İstemem tahtı tacını
Almasın benden pacını
Yarın derdim ilacını
Soram Mevla diye diye

Mevlâm sever gerçeğini
Hoş görmüşem pürçeğini
Dost bağının çiçeğini
Derem Mevla diye diye

Güzel görünür bu sima
Cananım gönderse nama
Kalbimde bir iman bina
Kuram Mevla diye diye

Umman çeker gılugalın
Tasdik etmiş bağda gülün
Nola kim cennet cemalin
Görem Mevla diye diye